Bildiğimiz gerçek yıkıldığın da boşluğa düşeriz.
Hayatımızı paylaştığımız bir insanı kaybettiğimiz de, sadece onu kaybetmeyiz, dünyamızın bir parçasını kaybederiz. Sevdiğimiz bir insanın kaybı sanki kendimizden bir parça kaybettiğimiz hissini verir. Sadece o insanı özlemeyiz, onunla paylaştığımız alışkanlıklarımızı özleriz, günlük hayatın görevlerini, sorumluluklarını, güzelliklerini paylaşmak üzere
birinin hep yanımızda olduğu hissini özleriz, onunla sohbetlerimizi özleriz, kısaca o bağı özleriz, sevildiğimiz ve sevdiğimiz hissini özleriz.
Ayrılık nedeni bu ara önemli değildir. O gitmiş olabilir, biz gitmiş olabiliriz ya da ölüm bizi ayırmıştır. Acı dolu bir kayıp yaşarız.
Birden hayatımızda bir boşluk olur. Bu, nasıl dolduracağımızı bilemediğimiz kocaman kara deliği önce yas, korku, acı, öfke, güçsüzlük, çaresizlik gibi duygular sarar.
Ancak duygular ve yoğunluğu kişilik yapsına
göre değişmektedir. Kimilerinde öfke, kimilerinde
acı, kimilerinde suçluluk duygusu ön plandadır.
Bu duyguların bir anlamı var ve yaşanmaları gerekmektedir. Yüzeye çıkmaları gereklidir. Bastırıldığın da ise kronik melankoliğe, depresyonlara ve hayatta oryantasyon sorunlarına yol açmaktadır.
Her yasa arayışla tepki gösteririz. Yasın acısıyla kaybettiğimiz insanı ararız, birlikte yaşanan hayatı ararız, anılarda ararız, birlikte gittiğimiz yerlerde ararız, yabancıların yüzlerinde ararız, destek sağladığı alışkanlıkları devam ettirmelerimizde ararız, onları da kaybetmek istemeyiz çünkü.
Arama, bulma ve tekrar ayrılma sürecinde bir an gelir yas tutan kişi hayata ve yaşamaya karar verir.
Eğer bu an gelmiyor ise yasta inat ederiz. Bırakamayız. Bizi ona bağlayan ipleri bırakmayız. Geri döndüremeyeceğimiz geçmişimize bağlı kalırız. Şu anımız durur, sekteye uğrar. Duygusal olarak donar kalırız. Böylece acı,
acı çekmeye dönüşür. Her bir şey kaybettiğimiz de acı çekeriz ve istediğimiz bir şey olmadığın da acı çekeriz. Yani acı çekmenin kökleri arzulamaya dayanmaktadır.
Hiç bir arzunun olmaması çok zordur. Tamamen vedalaşmak eskinin/geçmişin geri dönmesini arzulamamak demektir.
Acı çekmenin sonu: bu arzuyu, bu isteği gömmek demektir. Olanı kabul etmek, artık olmayandan vazgeçmek, yeni gerçeği olduğu gibi kabul etmek demektir. ‘Durum bu’ demek kabullenmektir. Bu cümleyi sürekli tekrar etmek - özellikle geçmişin geri gelmesini arzuladığımız da- kabullenmeyi kolaylaştıracaktır.
Olana evet demek daha az acı, daha az kötü anlamına gelmemektedir. Olana evet demek: ‘evet, kötü, ama acıyı kabulleniyorum, acıyı yok etmekte istemiyorum. Acıyı kendi akışına bırakıyorum, acıyı hissettiğim sürece bastırmayacağım’ demektir.
Evet, acıyı tolere edilir hale getirmektedir, çünkü direnç ve mevcut durumdan farklı bir şeyin olması arzusu ortadan kalkmaktadır.
Arzu etmemeye adım atmaya cesaret ettiğimizde daha az acı çekeriz. Ulaşılmaz olan bir şeyi arzulamanın bir anlamı yoktur. Bu, biz insanlar için oldukça büyük bir görev, çünkü arzularımız ve isteklerimiz var. Sadece insanız, ermiş değiliz, melek değiliz ki, sadece bu farkındalık ile acımızı dindirebilelim. Ama ayrıldığımız insana saplanıp bağlı kalmayarak kronik acıya dönüştürmemeyi öğrenebiliriz.
Yani evet, kaybımıza saplanıp bağlı kalmak kaybın açtığı boşluğu doldurması cazip gelir. Boşluğu doldurabilecek yeni bir şey aramak zorunda kalmayız.
Böylece farkında olmaksızın kendimize şunu empoze ederiz: boşluğun olduğu yerde aslında hala bir doluluk var: geçmişin doluluğu.
Bağlı kalarak aslında artık olmayana evet dediğimizde belirecek olan o korkunç kara delikten kendimizi korumayı amaçlarız.
Yasın zamanı sınırlı
değildir. Er insanın kendisine göre zamana ihtiyaç duymaktadır. Kimisi uzun kimisi kısa süre içerisinde yasını tamamlar. Yas süreci kısaltılmaz veya hızlandırılmaz.
Her yas süreci haftalar, aylar ya da yıllar sürebilir ve evreleri kendi içinde değişebilir.
Yas duyguların hız trenidir.
Yas sabır ve kayıpların hayatın bir parçası olduğunu anlamayı gerektirir.
Kayıplar her yerdedir ve engellenemezdir.
Kayıplar gereklidir, çünkü bizi büyütürler. Onlar sayesinde güçlü , olgun insanlara gelişiriz.
Yas ve kayıp uyum süreçleridir.
Her sürecin seyrettiği farklı evreleri ve seviyeleri vardır. Biz insanlar bu süreci ne manipüle edebilir nede hızlandırabiliriz. Ama kendimizi ona teslim ederek iyilik yapmış oluruz. Bununla birlikte yavaş yavaş bırakmaya başlarız.
Bıraktıkça kendimize ve dünyaya bağımız anlam kazanmaya başlar.
Acımızı, öfkemizi, çaresizliğimizi yaşadıktan, Allah’a isyanlarımızı, şikayetlerimizi, sitemlerimizi ettikten sonra zamanla ruhumuza, kalbimize huzur geri gelir.
Kalbimiz sakinleşir. Kayıbımıza rağmen hayat(ımız)ın devam ettiğini ve o boşluğu doldurma sorumluluğunun bize ait olduğunu tespit ederiz.
Şimdi üstlenilmesi gereken zor sorumluk ile karşı karşıyayız: hayatımız yeniden şekillendirmek, çünkü eskiye göre her şey çok farklı ve yeni.
Bu anda akla şu sorular gelir:
Ben kimim?
Ne istiyorum?
Hangi yöne, nereye gitmek istiyorum?
Hayatıma başka ne/ler anlam verir veya hayata başka hangi yeni bir şey anlam verir?
Bunları cevaplamak için yine zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Bazen cevapları bulmak için yardıma da ihtiyaç duyarız. İlerlememiz için bize güç veren birine. Ve bir gün o kara delik o kadar tehlikeli gelmez bize, her ne kadar kayıp hala acıtsa da.
Evet, böyle ve evet, acı!
Ama orada sadece acı yok, orada tüm kayıplara rağmen bizi bekleyen bir hayat var…
HANIM DEMİRBAŞ
UZMAN SOSYAL PEDAGOG
VE AİLE DANIŞMANI
Yorum Yazın