Son baharın kendini hissettirdiği günlerden biriydi, Emirgan’da tarihi çınarın altında cafede arkadaşımla oturmuş, sohbet ediyorduk, gelen çaydan henüz bir yudum almıştık ki, arkadaşımın telefonu çaldı, baktı…. Eli telefonuna bir türlü gidemiyordu, ama telefonda ısrarla çalıyordu elleri titreyerek telefonu açtı… Titrek bir sesle “Efendim Buse ” dedi…. Karşı tarafın neler söylediğini bilemiyordum ama arkadaşımın gardının düştüğünü hissettim…
-“Yapmaaaa ciddi olamazsın… çok ama çok üzüldüm“ diyebildi ve kafasını sağa çevirip yapraklarını döken yaşlı çınara uzun uzun baktı….. Gözleri dolmuştu… Belkide hüngür hüngür ağlayacaktı ama erkekliğine yediremiyordu, Birşey diyemedim… Acı bir haber aldığı belliydi… sonra bana döndü…
-Özür dilerim Seçil dedi … kötü bir telefon aldım da
Üzüldüm….
-Anlatmak istermisin diyebildim,
-Öfkeyle ettiğim birkaç cümle ile onu hayatımdan sonsuza kadar çıkardığımı sanıyordum oysaki… Onunla vedalaşamadan gitti… diye söze başladı,
İyi ve kötü günlerimiz olmuştu… Onunla ilk tanışmamızda kendisinin Fransız filolog ve aynı zamanda grofoloji uzmanı olduğunu söylemişti bana, hatta bir kağıt parçası uzatmıştı , yaz demişti… ne yazayım dediysemde yaz işte aklına ne gelirse demişti… karalamıştım kağıda birkaç söz, sonra bakmış bakmış, bilirmisin seninle ölümüne giderim ben… demişti… şaşırmıştım, işte arkadaşlığımız… yine bu boğazın kenarında Sarıyerde deniz kenarında bir cafede bu sözleriyle başlamıştı..
Evet gitti, ölümüne gitti, ama tek gitti…
Onunla üç yıla dayanan güzel pırıl pırıl bir arkadaşlığımız vardı, anlaşamıyorduk, çok sık tartışırdık… Baktım ki olmuyor, yürümüyor bu arkadaşlık, yıpranıyorum, sonunda ayrılmaya karar verdim, ben dostça elimi uzatmak istediğimde, elini geri çekti… hayır dedi seninle vedalaşmayacağım… Gün gelecek döneceksin bana…
Hayr, ben kararımı çoktan almıştım, Mine’nin yaşı yarım asra dayanmıştı ama hiçte yaşını göstermezdi, görsen otuzluk çıtır sanırsın, alımlı bir kadındı ama dış görünüş önemli değilki, çok donanımlıydı, benimle her konuyu rahatlıkla tartışırdı… Belki de onu taşıyamayacağımdan korkuyordum, bu yüzden ayrılık kararını almışta olabilirdim.
Hayat hikayesini anlatmıştı bana, talihsiz bir evlilik yapmış, sonra eşiyle yollarını ayırmıştı, en büyük amacı hayattaki tek varlığı biricik kızını okutmaktı, Kızı Buse annesinin başını önüne eğmemiş, İstanbul’da Cerrahpaşa Tıp fakültesini bitirip doktor olmuştu ve sonra Ankara’da özel bir hastanede, hastalarına şifa dağıtıyordu .. Buse küçük yaşta babasından ayrıldığından , beni çok severdi, bende onu severdim, bilmiyorum belki de kızım olmadığı için…
Mine benimle gelecek planları yapıyordu ama hayır… Yapamazdım, dengesiz hareketleri vardı, aşırı sinirliydi.. Dostça konuşup ayrılmak istedim hazmedemedi, bir erkeğin kadını terketmesi kadar ağır birşey yoktu çünkü… hele ki böyle donanımlı biri için…
Bana düşman kesildi, ben kararımı açıklayınca, göz yaşlarına boğuldu… bağırıyordu suratıma,
-Sen kimsin be…. Benim için din değiştirenler bile varken, sen kimsin, kendini ne sanıyorsun
Diye bana hakaret üstüne hakaret yağdırdı, sustum, susmak zorundaydım, onu sakinleştirmeye çalışıyordum, çünkü herkesten gizlediği bir hastalığı vardı, KOAH …
Birkaç kez krize şahit olmuştum, onun için alttan almaya başladım, dostluğumuzun hiç bitmeyeceğini, bir kardeş gibi kalabileceğimizi anlatmaya çalıştım, başarılı olamadım… Biz yolları ayırdıktan sonra o da bana
-Yüzünü şeytan görsün demiş, İstanbul’u terketmiş, Ankara’ya kızının yanına yerleşmişti..
Geçen ay haber aldım ki, hastaneye kaldırmışlardı ,
Aradım, duygusal bir insandı zaten sesimi duyduğunda gözyaşları sesini bastırıyordu konuşmakta zorlanıyordu, üzülüyordum konuşmadığı her kelimesi gelip boğazım da düğümleniyordu., bu yüzden bazen arayamıyordum son olarak geçenlerde aradım, görüşemedim, yoğun bakıma kaldırmışlardı… Artık görüşemiyordum da,,
Ve işte bugün şahit olduğun o telefon konuşmasının karşısında Buse vardı yani kızı… ama Mine yoktu artık anılarımız şöyle film şeridi gibi gözümün önünden geçti de, güzel anılarımızda olmuştu… O bana aşıktı, bense onu sadece bir arkadaşım olarak görüyordum… Hayat keşkelerle dolu da, keşke helalleşseydim, keşke… ve ben Mine ile helalleşemeden bıraktı gitti…
Hayat böyle birşey Seçil ölümü kabul edememek de ölümün vedasız oluşundan gibi geliyor bana. Haberini aldıktan sonra bile buna inanamayışımız, onu her yerde aramamız, ondan bir iz bulmamız da onun varlığına bir işaret aramamızdan biz arkalarından yas tutarken biraz da bu vedalaşamamalara ağlıyoruz.
Durdu, çayından bir yudum daha aldı yine o yapraklarını döken yaşlı çınara döndü … artık dayanamadım…
-Peki dedim… sen … evet sen seviyormuydun Mine’yi…
-Sevmek ayrı bir terim, aşık olmak ayrı bir terim güzel arkadaşım diye söze başladı, seviyormuydun dersen evet seviyordum, ama bir arkadaş, bir kardeş gibi peki aşıkmıdın dersen cevabım hayır …
Belki arkadaşıma soracak çok sorum olacaktı, ama birşey diyemedim, haklıydı, Sevmek ayrı, Aşık olmak ayrıydı… Ve anladım ki, arkadaşımı yıkan onunla , Vedalaşamamak …
Haftaya Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere kalın sağlacakla…
SEÇİL ESKİOĞLU
GAZETECİ -YAZAR
Yorum Yazın