Yine oturmuş masamın başına, sizlere yeni yazımı yazmayı düşünüyordum düşünmesine de , ilham kaynağım yok bugün, düşün, düşün… neyse gerisini getirmeyeyim.. Biraz tarih karıştırayım dedim, derken telefon gazeteci arkadaşım, sesimi duyması lazım ya.
-Nabersin Seçil…
-Hiçççç ya sen…
-Bende hiçççç…
Ya gülermişsin ağlarmısın.. Laf olsun işte… ama arkadaşım kısa sohbetin ardından telefonunu kapattığında… tık tık evettt ilham perim geldi bile…
Benim bildiğim bir erkek, bir kadını gönülden severse, o kadının elinde bir valiz varsa onu taşıtmaz, çay içiyorsa şekerini karıştırır, bir restoranda önce ona yer gösterir, mantosunu tutar, arabaya binerken kapıyı açar sonra kendi oturur, bulaşık, çamaşır yıkadığı için o kadınına her defasında teşekkür eder, bunları bir görev olarak yapmaz, o kadını sevip saydığı için yapar. Ben şunu iyi bilirim ki, sayıp döktüğüm bazı davranışlar, kadına her zaman kendini iyi hissettirecek, erkek de bu tutumuyla daha bir güçlü olduğuna inanacaktır, başkaları beni ilgilendirmez, herkesin özel hayatına saygı duyarım ama benim hayat değerlerim arasında, kadın erkek beraberliği,”MUTLAK” olarak tekle yetinmektir, bir erkeğin başka bir kadını alıp yaşamasını bırakın, hayalinden bile geçirmesi ve iki erkeği idare eden bir kadının hikâyesi ile medeniyet veya kendini aşmışlıkla ilgili bir bağ kuramıyorum henüz, kurmak ta istemem.
Doğrusunu isterseniz benim hayallerimde her zaman tek bir Yusuf ve ondan gayrısı yok sayan bir Züleyha vardır. Dünyanın en mutlu çifti olan Adem ve Havva’nın tek eşle yetinmesi hususunda, onlara verilen bir söz, bir ihanet olmazsa mutlu kalınacağına inandım hep
Konu konuyu açıyor aklıma geldi de, ilginç bir hikaye anlatayım sizlere gelelim son günlerde iki kocası ile aynı evi paylaşıp arada bir sevgilisiyle buluşan Finlandiyalı kadına…
Şimdi bu bir kıyamet alameti midir?
Bence hayır.
Rahmetli Sadık Şendil’in “Yedi Kocalı Hürmüz” eserini izlemeyenleriniz yoktur değilim, asırlar öncesi gerek Hindistan da olsun Kutuplarda olsun bu tip hikayelerin yaşandığını biliyoruz, bilmeyen olursan açsın biraz tarih okusun, dört kadın alan bir erkek, üç erkekle yaşayan bir kadın sebebiyle dünyanın sonu gelmemiştir ve ben bu iki kocalı kadını anlamak için onunla Empati yapmak zorunda da değilim amacım sadece niçin öyle yaptığı ile ilgili bir fikir edinmek.
O halde, önce şunu belirtmemde fayda var. Hikaye bu ya, Finli bir kadın, Başkent Helsinki’nin göbeğinde iki oda bir salondan ibaret olan evini iki kocası ile paylaşıp, arada bir de dışarıda sevgilisiyle buluşuyor.
Bu uçuk kadını anlamak için öncelikle Fin kültürünü hatırlatmak lazım.
Burası refah bir düzeyi olan veya sosyal, eğitim, sağlık, ekonomi, siyaset olarak standartları dünyada en yüksek olduğuna inanılan bir ülke üstelik suç oranı diğerlerine nazaran yok gibi bir şey. Kimsenin kimseye karışmadığı, kimsenin kimseden şikâyetçi olmadığı bir coğrafyadan bahsediyorum. Önüne geleni vatandaş olarak kabul edecek kadar da mezhebi geniş..)
Baksanıza, yüz yıldır anayasaları bile değişmemiş. Zekanın prim yaptığı, doğallığın övüldüğü, makyaj yapan, hava atanların, kişilik yerine cinsiyetini önde tutanların aşağılandığı bir ülke oradaki toprakta çamur göremezsiniz…
Bunların pek çoğu içip içip sarhoş olsa da her dediğinizi ciddiye alan insanlardır. Gerçi intihar vakası çok fazlaysa, bunu ben onların utangaç ve içine kapanık olduğuna, dertlerini hiçbir zaman paylaşmamalarına bağlıyorum.
Geçenlerde gençliğimin geçtiği Erenköyde olan bir Fin restoranına gidip geliyorum, baş aşçıya sordum, onları böyle bir haber ilgilendirmiyor Ne mutlu bize ki, hayatımızda çok mühim bir yeri olan güneşin, ya hiç doğmadığı ya da hiç batmadığı bu ülkenin insanlarını anlamak gerçekten zor!
Oralarda bir erkek, arabanızın kapısını açmaz, mantonuzu tutmaz, kahvenizi karıştırmaz, hiçbir baba belki de kızına “prensesim” dememiştir.
Bir Finli erkeğe tutup da “Hadi kocacığım, şu saati al bana!” diyemezsiniz! Çünkü ona bu talepleri öğreten olmamıştır, bilemez..
Finli bir kadın, sizin rüyalarınıza giremeyecek kadar sınırsız bir özgürlüğe sahiptir. O coğrafyada varsa dayak yiyen bir kadın, O ya Türk’tür, ya mazoşist, hep öyle derler:)
Finlandiya’da ne devlet ne kilise evlilik müessesesini kutsal bir bağ olarak görmüyor. “Her bireyin her an zevki değişebilir” gerçeği ile yetiştiriliyor onlar.çHerkes bu dünyada canının istediğini, denemek istediklerinin tümünü özgürce yapacaktır. Zihniyet de bu zaten.Normalde susan, az konuşan, sarhoşken döktüren, parasız eğitimi anayasal hak olarak giyinen, belediye başkanının bisikletle işe gidip geldiği bir Finliyi anlamak için, sanırım orada doğmak gerekecek…
Kısaca “Ya bana aitsin, ya toprağa” diyen zihniyette bir kocası yok onun. Zengin koca, marka bir araba fantezileri olmadığı için, ayağı yere basan, kendine yeten, kendi kararını kendi veren bir kadının iki kocayla oturmasının nesi anormal?
Şimdi siz de tutup bu iki koca meselesini, kendini aşmışlık olarak göstermeye çalışırsanız, benim de tepemin tası atar. uçuk bir kadının şahsi fantezisini bir medeniyet, aşmışlık olarak görüyorsanız, Allah aşkına hadi gidin hadi , iyi geceler….
Şimdi şu samimi itirafımı okuyup, açık sözlülüğüme saygı duyan erkekler de bir zahmet artık artık sosyal medya hesaplarımdan aşk meşk içerikli şiirler göndermesinler..
Canınız mı sıkıldı…Ne yapalım bu budur. Haftaya başka bir konuda buluşmak üzere haydi kalın sağlacakla
SEÇİL ESKİOĞLU
GAZETECİ-YAZAR
Yorum Yazın