Onlar bu hayata “ merhaba “ dediklerinde oldukça zorlu bir yoldan gelmişlerdi. Anne karnındaki yolculukları yedi ay sürdü, ne isimlerini ne de ne zaman bu dünyaya gözlerini açacaklarını bilmiyorduk.
28 Mart ‘ta hepimize merhaba dedikleri an biri pembe battaniyesinde, diğeri mavi battaniyesinin içinde dünyaya gelmelerini sağlayan doktor hanımın kollarında doğum odasından çıktılar.
Mavi battaniyeli oğlumuzun adı kolundaki bileklikte “Demir” diye yazılmıştı. Öyle minik öyle güzeldi ki inşallah adı gibi sağlam , güçlü, eğilmez, bükülmez bir karakteri olur diye düşündüm.
Pembe battaniyenin içindeki pembe bileklik kızımızın ilk bileziği oldu . Adının “Selin” olduğunu okuduğumda kalbim sıkıştı . Bu benim kendi kızıma koymak isteyipte kayınvalidemin baskısından dolayı koyamadığım bir isimdi. Kızıma ait bebeklik defterinde yazılıydı, acaba kızım orada okuyup aklına mı yazmıştı, yoksa bu bir tesadüf müydü?
Gözlerim dolu doluydu.
Olsun, bana dünyaları vermişti ya , ister aklında kalsın, ister kendi koysun 33 yıl sonra bana geri gelen bir isimdi. Bumerang gücü mü desek buna?
Her sabah kızımın evindeydim , hatta onun hamileliği başlarda biraz sıkıntılı geçtiğinden dolayı adres değiştirmiş 36 yıllık evimin kapısına kilit vurmuş, komşularımla vedalaşmış, hiç bilmediğim yeni bir semtte yaşamaya başlamıştım. Dünyam daha doğmadan ikizlerle farklı bir boyuta girmişti.
Sabah 8’de mesaim başlıyordu, evlerimiz çok yakın olsada eşim giderken beni bırakıyor, akşam dönerken alıyordu .
İkizlerin her hareketini hiç kaçırmaksızın takip etmeye başlamıştım .
Onlar altı ay gece ve gündüz hemşireli odalarında büyümeye çalışırken biz kimselere onları göstermiyorduk. Kızımda da aynı şeyleri yapmıştım hayat sanki hep geriye sarıyor gibiydi, kızım 5 ayını tamamen izole bir odada yalnızca benimle yaşamış aynı evin içinde eşim bile görmemişti. Ah bu mikrop alma korkusu var ya…
İkizler yavaş yavaş tanıyarak görmeyi, gülmeyi, agu gugu ses çıkarmayı, uzun koridor boyu emeklemeyi, hatta diğer bebekler dümdüz emeklerken arka arka gitmeyi, arada bir oturup dinlenmeyi, birbirlerine bakıp el çırpmayı sonra tekrar kalan yolu tamamlamak için adeta koştururcasına emekleyip yarışı bitirmeyi vazife edinmişlerdi.
Biz onları seyretmeye doyamıyorduk, konuşmayı, taytay dururken yürümeyi de öğrendiler. İki cocuğun aynı anda ilk adımlarını attıkları o an hala gözlerimin önünde.
Demir tüm erkek gücünü kullanıp adeta asker sertliğinde rap rap diye adım atarken, Selin parmaklarının ucunda adeta bir kelebek gibi uçarcasına gitmeye başlamıştı.
Birbirlerinin isimlerini seslenirken “ Selin-Nemi “ “Demir - Heni” diyordu.
Onların kız sesinde babannelerine hitapları bile o kadar farklıydı ki!
Selin- Babitti
Demir -Babatti diyordu …
Günler , aylar, yıllar geçti masalları okumak hep benim vazifem oldu. Zevkle okuyor bazı masal kahramanlarının seslerini taklit ediyordum. Onlarla gökyüzünü, yeryüzünü yeniden keşfediyordum. Dünya bize yetmiyor uzaya yolculuklar yapıyor, gezegenlere misafirliğe gidiyorduk.
Her masal günün birinde bitiyordu.
Onlar büyüyüp Anaokuluna giderken, ani bir kararla ülke değiştirdiler. Kabullenmek benim için zor oldu, ilkokulu orada başlayıp orada bitirdiler. Ben geçen yıla kadar onlara her akşam iki ülke arasında masal okumaya devam ettim. Görüntülü okuyordum kitapta resim varsa göstermemi istiyorlardı, anneleri Türkçeyi unutmasınlar, düzgün konuşmaya devam etsinler, dilleri sürçmesin diye ayrıca Türkçe dersleri aldırıyordu. Arada birbirimize kartpostallar yazıyorduk, hatta Selin çok güzel resimler yaptığı için kartları da kendi hazırlıyordu.
İkizleri anlatmakla bitmez, onlar benim hayatımın en güzel renkleri.
Sağlıklı ömür ve çok güzel yaşantılar diliyorum tüm çocuklara ve benim torunlarıma da…
Haftaya başka bir yazıda buluşmak üzere hoşçakalın .
FATOŞ ACAR
GAZETECİ - YAZAR
Yine muhteşem bir anlatım evlat sevgisi torun sevgisi dünyanın en güzel duygusu olmalı hep güzel günlerini görelim tüm evlatların
Arzu Özcan
28-02-2025 05:09