Kızlarla Kadıköy’de denize karşı bir cafede oturmuş sohbet ediyoruz,
Sevgül çayını yudumlarken bir soru yöneltti
-Nedir güzellik?
Haydaaa nereden çıktı şimdi bu!
Akşam oldu, köşemi yazmak için masama oturdum, Sevgül’ün sorusu aklıma geldi,
-Nedir Güzellik
Güzel bir soru. Sürekli olarak aynı kişide kalamayacağının bilincinde olmak, sizi rahatsız ediyor olabilirse de, onun bizi nasıl terk ettiğini bir görelim, önce ellerde fark edersiniz onu, sonra boynunuzda başlar ve yüzde kendini gösterir. Ve öylece gider hani derler ya, “Gözünün feri gitmiş!” Peki, bu değişimler, bir günde mi böyle olur?
Yok, yok alışırsınız ona çocukluğunuzda kaybettiğiniz bir oyuncağın kaybına ne kadar sürede alıştıysanız, işte o kadar sürede alışırsınız, o oyuncağı kaybetmek bir suç değildi ya, yaşlanmak ta ayıp değil!
Düşünsenize; çok sevdiğiniz sağlam bir terliği belki de 5 yıl giyinip, o koca evi dolaştığınız olmuştur ama hayırsızın biri karşınıza çıkar, sizi iki yılda devirebilir. İyi bir terlik kolayca eskimez, diğer yandan insanı yaşadıkları yaşlandırır önce, “bıktım” der insan sonra da “yoruldum” derken gücü bile, önceki gibi değildir o “bıktım” kelimesini yüksek bir enerjiyle söyleyen insan, yorgunluğun birikimleriyle, ruhtaki teslim bayrağını gösterip, şöyle söyler;
-Yaşlandım!
Eh artık yarım asırı devirdik, bu hep böyle olmuştur ve zamanla kabul edersiniz onu çünkü bu, doğanın değişmeyen bir kanunu.
Ve şimdi düşünüyorum da , şu yazdığım can sıkıcı şeyleri, telafi etmeyi düşünecek kadar insan ruhunu ezberlediğime inanıyorum zira hayatımın yirmi yılınıda işim gereği günde onlarca insanla kontak kurduğumu biliyorum düşünebiliyor musunuz, günde onlarca insan, bu ne demek! O dönemler, evimin kapısını en alt sınıftan olsun, en üst sınıfa kadar insanlara açmıştım. Misafirlerim, babası halı sermiş gibi rahatça gelip, yiyip içiyor, isteyen yatılı kalabiliyordu. Daha bir geniştim, o zamanlar. Belki de bu içtiğim suların kaynağı işte, oradan geliyor.
İşte ben, bu yüzden gencim…!
Her şeyi bir yana bırakıp, konuya dönersek, bir bayanı tepeden tırnağa güzelleşmek adına, maskelemek hiç de zor değil! ve bu işi hiçbir zaman yapmak istemememin sebebi şuydu;
Bir insan, kendisini maskelemeyi sevmiyorsa, size nasıl bir faydası olabilir?
Yıllarca öğrenmiş olduğum güzellikle ilgili eğitimden sonra, daha bir doğal, daha bir kalıcı, bir insanın kendi orijinalliğini bozmadan, içten güzelleşebileceğine inandım hep.
Fondöten olsun, renkli kokulu kremler olsun, maskaralanmış kirpikler, bir yıkanmayla geçiyor. Bence güzellik içten geliyor.
Her gün üç bardak ayran içen bir kişinin yüzüne, akabinde bir güzellik gelecek, kısa sürede pürüzsüzleşecek.
Arada bir, bir bardak suyun içine, bir yemek kaşığı sirke koyup içen bir kimsenin cilt Ph’ı doğal olarak eşitlenecek.
Duş alıp, yıkanan saçların son durulama suyuna, on damla limon sıktığınızda, o saçlar parlamak zorunda kalacak.
Sabahları bir bardak anason çayını soğutup, içseniz diyorum. Yüzünüz renklenecek, dinçleşecek, vücudu gevşetecek. Dahası, gözlerinizin altı, zamanla cilalanmış gibi olacak.
Gerçi ne yaparsanız yapın, hiçbir şeyi fazlasıyla yüceltip, abartmayın! Hiçbir şeyi sonsuza dek kullanmayın! Hele de bu devirde…
Madem ki etkiye tepki, o halde bazen hiçbir şey yapmamak gerek!
Niçin her dakika aynı kremi kullanıyorsunuz ki?
Gün aşırı yüzünüze bal sürüp on dakika sonra yıkamış olsanız, herhangi bir kreme ihtiyaç duyamazsınız daha bir mutlak, daha bir kalıcı güzellik mi arıyorsunuz? onun da çaresi var…. Samimi olun! aşık olun! ayaklarınıza giydiğiniz terliklere bir bakın, onun kadar da olamıyor musunuz?
Şu var ki, doğallık, mayalarda yoksa yok! Olmuyor… Şimdi Allah için söyleyin! Bol makyajlı ama duvar gibi bir güzellik mi yoksa samimi bir çirkinlik mi? umarım her ikisi hem doğal, hem samimi…
Offff nereden nerelere geldik, … Yine köşemiz doldu, haftaya başka konuda buluşmak üzere kalın sağlacakla Habercaddesi okurlarım.
SEÇİL ESKİOĞLU
GAZETECİ&YAZAR
Yorum Yazın