İncilay ÖZDEMİR
YAŞADIĞIMIZ GÜNLERDE DAHA FAZLA ŞİİRE SIĞINMALIYIZ
Biz insanlar ne yaptık ki, dünyanın bu kadar karanlık yüzünde yaşamaya başladık?
Her tarafta suç işleniyor. Kimin gücü kime yeterse, elinden gelen kötülüğü yapıyor. Fırsat buldukça, her şeye zarar veriyoruz. Bir kısım insan da, suç işlemekten, kanun karşısında bedel ödememek için vazgeçiyor. Ya da güç yetiremiyor. İnsanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler, av ya da avcı konumlarının dışına çıkmıyor. Çıkar ilişkileri, güç savaşları sürüp gidiyor.
Gün geliyor; kendisini dünyaya getiren anne ve babaya, yaşlandıkları, elden ayaktan düştükleri, artık işe yaramaz oldukları düşüncesiyle, bir tabak çorba çok görülüyor. Hizmet etmek her şeyden ağır geliyor. Bu insanlar, çoğu zaman huzur evlerine terk ediliyor. Aynı yastığa baş koyan eşlerden biri, diğerinin katili olabiliyor...
Bizler sevgiyi unuttuk. En büyük insanlık suçu budur. Büyük sosyal değişim ve dönüşüm için, önce ışığı bularak, sevgi yoluna girebilmelidir insan...
Sevgi yasalarına inanmadan, her şeyi yakıp yıkarak yaşadığımız bu dönemde, belki de şiire daha fazla sarılmalıyız. Ne çok ihtiyacımız var aydınlanmaya...
Argo, küfürlü sözler, artık konuştuğumuz dil oldu. Değer verilen sanatçılar bile, iletişim için bu dili kullanmakta! Öyle görünüyor ki, çirkin sözler giderek yaygınlaşacak ve yediden yetmişe herkes bunu onaylamaya başlayacak.
Yaşadığımız toplumda, bebeklere bile, marifetmiş gibi küfür öğreten aileler bulunmakta. Öyle aileler var ki, yavrusuna küfür öğretip bundan gurur duyuyorlar. Bebek, şaşkın bakışlarını aile fertlerine dikip, yüzünü şekilden şekle sokuyor. Öğretilen kelimenin anlamını bilmeden, garip sesler içinde, ağzından küfürlü sözü çıkarıveriyor. Aile gülüp onaylayınca da, bebecik bunu hep yapıyor... İleride o bebeklerin büyüyüp, garip yaratıklara dönüşmesine şaşırmamak gerekir... Sokaklarda genç kızların bile, ağzından küfür duyar olduk...
İnsanlar arasında, seviyesizce kurulan iletişimin sonu nereye varabilir? Bir sözü hatırlamakta yarar var: "Edepsizlik ve çirkin söz, girdiği şeyi çirkinleştirir.Haya ise güzelleştirir."
En iyisi bizler, sevgiyi yeniden öğrenelim. Şiir terapiyle kendimizi bulmaya, arınmaya çalışalım. Şairlerin kederi, sevinciyle özdeşleşerek, kendimizi ifade edelim. Sevelim ve sevilelim. Şair Adem Özbay, bir şiirine "YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN SEVMEK" adını vermiş.
Çocukken bir kahraman olmayı hayal ederdim,
O zaman Kara Murat gibi kötülerle savaşacak bir kahraman,
Şimdi çocuk olsaydım, herhalde örümcek adam gibi kahramanlık düşler kurardım.
Zaman su gibi geçti. Büyüdüm. Otuz üç'e dayandım.
Ne ben bir kahraman olabildim, ne de bu kadar çok kötünün hakkından gelebilecek bir kahraman çıkabildi yeryüzünde.
İyi adamlar iyi atlara binip gittiler dedikten sonra, dünyada 'iyilik' sözlüklerde kalan bir kelime olup kalıverdi tek başına.
İyi adamlar madem çoktan atlarına binip gittiler, çok uzaklara, o zaman iyi olmayı kimlerden öğrenecektik.
Maalesef kimseden öğrenemedik.
Kervan yolda düzülür misali, iyi olmayı da yaşayarak becermeye çalıştık.
Elimize yüzümüze bulaştırdık
Dilimize yüreğimize bulaştırdık.
Aslında yaşamanın bir masal olduğunu da gördük bu zamana kadar.
Devler misali hayatın zorlukları vardı yanı başımızda,
Prensesler gibi sevdiğimiz vurulduğumuz insanlar da vardı masalın içinde.
Lakin bizim masallarımız hiç o güzel masallar gibi prensesle prensin ata binip mutlu yuvalarına doğru yola koyulmaları gibi bitmedi.
Masalın dışındakiler çocukluğumuzun en hızlı silah çeken Red Kid'i gibi güneşin batışına yani karanlığa yürümeyi öğrettiler bize hep,
İçimizde kahramanlık düşü bitti, yaşamak kara gözlü bir dev oldu, kalbimizi boyunduruğuna aldığında,
Boynumuzu sıkan, kabuslara savuran günler geçirdik,
Uyuyakalmış prensesi öptüğümüz de oldu, lakin ne az.
Okumayı öğrendik, yazmayı, bilgisayar kullanmasını, sms çekmesini; lakin sevmeyi öğrenemedik,
Sevmek,zirveleri yaz kış bembeyaz olan ulu bir zirve gibi durdu hayatımızda,
ona ulaşmak için çabalamaktan korktuk,
Zirveye çıktıkça, nefes almak güçleşir gibi, aşka yakınlaştıkça sesimiz soluğumuz kesildi,
Bir çift kelime söyleyebildik, o da kısık sesle:
"Seni seviyorum."
O uzak, o yalnız, o güzel, o ebruli zirveler dimdik ayakta duran sevdayı öyle mahzun bıraktık,
Tek başına savaştı bütün devlere, cadılarla, büyücülerle, zalim hükümdarlarla,
Bir gün olsun demedi: "sevenim neden uzağında bıraktın beni."
İşte, doğar doğmaz önce sevmeyi öğretselerdi bize ne olurdu sanki.
Masal bu ya, herkes yaşarken de sever mutlu olur deselerdi.
Üzgün bir kalp bıraktı bize sevmek, üzgün bir adam,
Çünkü öğrenirken düşe kalka bu yaşamayı, en önce üzülmeyi öğrendik biz.
Sevmek elinden şekeri alınan çocuğunki gibi boşlukta kala kalmaktı,
Ayağın kayıp sokağın ortasında düşünce, utancından dona kalmaktı sevmek,
Sınıfta seni kaldırıp öven öğretmenine mahcup olup onu görünce kaçıp saklanmak gibiydi sevmek,
Sevmek başka bir şeydi, 'tüm başka şeyler' sevmekti.
Tüm bu galaksilerin tenha kaldığı akşamlarda, hala içinde bir coşku varsa dostum,
Hala umut edebiliyorsan güzel günlerden, güzel şarkılardan, güzel çocuklardan,
Düşmüşsem kalkmak içindir, sevmişsem kavuşmak içindir, diyebiliyorsan,
Yeryüzü yapıp göğsünü içinde mutlu günlerin tohumlarını bitirebiliyorsan,
Gülümseyebiliyorsan, yani öyle içinden geldiği gibi, bazen safça bazen delice,
Haydi sevelim sevdiğimizi daha çok, hak ettiğinden de çok hem de.
Olur ya; dünya güzel bir yer olur bir gün, sevmek hakkınca bilinince.
Yorum Yazın