Yazı yazmak kolaydır elbette, zor olan tarafı seçtiğin konunun çetrefilli olması ya da işleyeceğin kişinin Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olması ve temanın ise Cumhuriyetimizin 100.yılını doldurması, hep birlikte 100.yılını kutlayıp ikinci yüzyıla merhaba deyip birlikte yaşayacağız, daha bilimsel daha sanatsal ve daha insani yaşanması umuduyla. Başlangıçta yazdıklarıma çok da aldanmayın, bu yazım o kadar kolay ki, literatürde denk geldiğim bir anekdotu, ”Saim Acar” 29 Ekim 2019 notuyla paylaşmış, yazıma ek yapacağım ve oldukça kolay olacak bu yazı benim için. Ha bu arada yazımın devamını okumadan önce sizlere bir küçük tüyo vereyim ve imkâna sahipseniz ATATÜRK motifli fincanda kendinize bir kahve yapın ve sonrasında okumaya devam edin, pişman olmayacaksınız.
*
Çocukluk arkadaşıydık. Üniversitede yollarımız ayrılmıştı. Çünkü ben tıp fakültesini istemiş, O ise mühendislik tercih etmişti.
Yıllar geçti okullarımız bitti. Sonra staj yapmak için Finlandiya'ya gitti. Ardından master vs devam etti, kaldı orada.
*Bir de aynı üniversitede cici bir Finli kızla tanıştı ve evlendiler.
Adı Milja'ydı.
Anlamı nazik, dost gibiymiş.
Gerçekten de öyleydi ve bizler çok sevmiş, benimsemiştik Milja'yı.
Finlandiyalılar da büyük aile, çok çocuk sahibi olmayı severlermiş. Peş peşe sapsarı, çok şeker üç çocukları oldu.
Bizimki kahveyi çok severdi. Geldiğinde toptan kahve alır götürürdü.
Demesine göre çocuklar büyüdükçe onlar da kahve sever olmuşlar.
Aile tam bir fincan değil ama birer yudum tattırırlar; " büyüyünce birer tam fincan içebileceksiniz" diyerek ümit verirlermiş.
"Artık Finlandiyalı, hem de hanım köylü oldun" diye takılırdık bazen bizimkine.
"Unutursun sen Türkiye’yi, adetlerimizi" dediğimizde ise; "Yok yok" derdi. "Eşim Finlandiyalı olmasına rağmen benimle tanışmadan önce Atatürk'ü, hayatını ve yeni cumhuriyeti kurma aşamalarını biliyordu" diye anlatmıştı.
Şaşırmıştım çok. " İyi ama o kadar uzakta ve fazla da diyaloğumuz olmayan bir memlekette nasıl olur da Türkiye'yi, Atatürk'ü bilebiliyorlar ki" diye sormuştum.
Dünyadaki örnek alınan en iyi eğitim modeli Finlandiya sistemiymiş. Ve okullarda kahraman bir asker, halkını esaretten kurtaran cesur bir adam ve şahane bir başöğretmen olarak bir Türk anlatılırmış.
İşte o kişi Atatürk'müş...
Yine bir sonbaharda çocukların küçük bir ara tatili olduğunu fırsat bilerek ailece Çanakkale'ye gelmişlerdi.
Ekim ayı idi! Buluştuk, tarihi yerleri iki aile bir olup gezdik. Hatta bir yerde Atatürk resmi işlenmiş kahve fincanı takımı aldı Finlandiyalı anne.
Öğleden sonra Kordon'da yemeklerimizi yedikten sonra biz büyükler kahvelerimizi sipariş ettik.
Çocuklara da meyve suyu vs sipariş edecekken büyük olan oğlan;
--"Anne bu gün kahve içecektik unutmadın değil mi?" diye sordu. Anne Milja, başını salladı ve onayladı. Sonra da anneleri, garsona dönerek, aksanlı hoş bir Türkçe ile;
--"Acaba Atatürk resimli kahve fincanınız var mı?" diye sordu. Garson şaşırmış halde biraz da çaresiz ne cevap vereceğini bilemedi.
Hatta bana kalırsa soruyu bile anlayamamıştı.
Yardım ister gibi bize baktı. Anne Milja, öyle fincan varlığından dahi haberi olmadığını anlamıştı garsonun.
Yan sandalyeye koyduğu poşeti açtı ve sarılı paketi aldı masaya koydu.
Tane tane açtı.
8 adet fincan vardı şimdi masada. Ve hepsi de Atatürk resimli, çok hoş.
Nazik bir ses tonu ile;
--"Acaba kahvelerimizi bu özel fincanlarda içmemiz konusunda bize yardımcı olabilir misiniz" diye gülümseyerek uzattı garsona fincanları.
Daha cümlesi bile bitmeden, garson fincanları yüklenmeye başlamıştı bile.
Masadaki hepimiz anne Milja'ya ve çocuklara bakıyorduk. Onlar ise aralarında gülümseyerek sessizce beklediler.
Baba, "bunlar kesin bir şey çeviriyorlar" dedi. Anne ve çocuklar esrarlı gülümsemeyi devam ettirdiler. Ama konuşmadılar.
Az sonra kahveler geldi, hepsi bol köpüklü ve harika zarif Atatürk fincanlarda. Sonra bir hareketlenme oldu. Sandalyeler telaşla gıcırtı çıkararak masadan geriye çekildiler.
Anne başta olmak üzere tüm çocukları ayağa kalktılar. Atatürklü fincanlardaki kahveleri ellerine alıp, adeta kadeh kaldırıp "şerefe" der gibi havaya kaldırdılar ve hepsi bir ağızdan, tatlı bir aksanla tek ses;
--"EFİENDİLAR! YARIN CUMHÜRİYETİ KURACAĞİZ !"
O an fark ettim ki tarih 28 Ekimdi, ve hepimiz bir Finlandiya vatandaşı anne ile sapsarı, tatlı üç evladı sayesinde hayatımızda en anlamlı 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI kutlanmalarından birine şahit olmuştuk.
*
Okuduğunuz yaşanmışlık ve görmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız milyonlarca yaşanmışlıklar mevcuttur. Binlerce kilometre uzağımızdakiler dahi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün dehasını anlayıp, gösterdiği yolda, ışığından fayda umup faydalanmaya sahiplenmeye çalışıyorlar da, halen ülkemizde mevcudiyetleri malumunuz şahsiyetle dünyadan bi haber, deve kuşu misali kafaları kumda yaşamı tercih ediyorlar, anlayabilmiş değilim. Neyse, umarım ilk paragraftaki önerime uymuş kahve eşliğinde yazımı okumuşsunuzdur, afiyet olsun. Bizler yaşamda olamasak da 100.yılını kutlayacağımız Cumhuriyetimizin 100 yıllarca yükselen coşku ve anlaşılırlıkla devamı ortak beklentimizdir varsayımımla, yaşa var ol Cumhuriyet, minnettarız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve yolunda yürümüş ecdadımız.
Mir Murat Demir
Yorum Yazın