İngiltere de eğitim gördüğüm yıllarda yakın arkadaşım olan Nick geçen yaz Türkiye’ye gelmişti. Konuşuyorduk Türk kahvesini tatmasını istemiştim, Pierre Loti de hem manzarayı seyredip hem kahvelerimizi yudumlarken, sohbete daldık.
"Ülkenizi çok seviyorum ama sizde komşuluk çok kötü” dediği zaman itiraz ettim.
"Benim ülkemde komşumu her gördüğümde gülümseyerek Günaydın, İyi akşamlar, Nasılsınız gibi konuşurum.
Ama bu komşuna sana çok yakınmış gibi davranma hakkı vermez.
Oysa sizler burada bunu yaptığınız zaman, komşum canı istediği saatte evime gelmek, bana gelenlerin kim olduğunu sormak gibi özel hayatımı öğrenmeye ilişkin sorular sormaya hakları olduğunu düşünüyor.
O zaman ya hiç selamlaşmıyorsun ya da yaşamına karışılmasına katlanıyorsun"
Bu yanıttan arkadaşımın komşuluk kavramından değil, insanların başkalarının sınırlarını geçmek konusundaki rahatsızlığından söz ettiğini fark ettim.
“Ben tenhalığı seviyorum, sık görüşülmeyen ama bağıda kopartılmayan dostlukları, sakin mekanları, olursa rastlanılmayı, kendimle kalmayı, saklamayı ve de sınırlarımı...” Bir empati yaptığımda, düşündüm de çok haklıydı.
Samimiyet bir erdem ve her ilişkiye konfor katar.
Fazla samimi olunduğunda ilişkiyi sürdürmek zorlaşır çünkü sınırlar birbirinin içine geçer.
Kişilerin kırmızı çizgileri ve hatta geçilmez olan alanları ihlal edilebilir.
Kaliteli her ilişkide sınırlar olmalıdır.
Bu duygusal partneriniz, eşiniz ve çocuğunuz için de geçerlidir.
Eşinize, çocuğunuza bile demek istemiyorum bilhassa onlarla samimi ama mesafeli olmak durumundasınız.
Genelde günlük hayatımızda sürekli iletişim halinde olduğumuz iş, arkadaş ve okul ortamında ne kadar sağlıklı sınırlar koyuyoruz?
Kırıldığınız, istemediğiniz ya da vaktiniz olmadığı halde karşı tarafı kırmamak için rahatsızlığınızı dile getiremediğiniz zamanlar oluyor mu?
Bir işe başlamadan önce dostunuza, ailenize ya da arkadaşınıza danışmadan o işe başlayamıyorumusunuz?
İnsanların sürekli hayatınıza müdahale etmesine rağmen kendinizi ifade etmekte güçlük yaşıyor ve dur diyemiyormusunuz?
Bu ya da buna benzer sorunları yaşıyor olmanız sınırlarımızı sağlıklı koyamadığınızın göstergesi olabilir.
O halde önce sınır dediğimiz kavramın tam olarak ne anlama geldiğini nerede, nasıl kullanıldığını biliyor muyuz bunun üzerine düşünelim.
Toplumumuzda sınır koyan kişilerin genellikle kendi isteklerinden ödün vermemesi, kendini değiştirmek yerine karşıdakinin değişmesini bekleyen tekrarlayıcı söylem ve davranışlarda bulunan kişiler olduğu algılanmaktadır.
Elbette sınır koymaktan kastımız bu değil.
“Bir kural veya beklentinin yerine getirilmesi için kullanılan süreç” olarak tanımlanır.
Sınır koyabilen ve tutarlı bir şekilde sınırlarını koruyan bireyler, yaşam kalitelerini yükseltmekle birlikte daha özgüvenli ve özgür bireyler olarak hayatlarını sürdürürler.
Bu prensip ile yaşayanların daha mutlu olacağını düşünüyorum.
Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek yanlışlarımızla, doğrularımızla , artılarımızla eksilerimizle, zayıf ya da güçlü yanlarımızla kendimizi sevmeli ve değerli görmeliyiz.
İnsanlara gerektiği yerde “Hayır” diyebilmeliyiz.
Karşı tarafın sorumluluklarını kendi omuzlarımıza yükleyemeyiz.
Kararını verdiğimiz konular da kimsenin onayına ihtiyacımız yok, bunun farkına varalım lütfen.
Bizimle ilgisi olmayan konulara ne kadar iyi niyetli ve düşünceli yaklaşmaya çalışırsak çalışalım, karşı taraf bizi
“Zaten bunları yapmak zorundasın” olarak görüyor.
Kısaca sözün özü,
Sınır koymak iyidir,
Sınır koymak lehimizedir,
Sınır koymak hayat standartımızı yükseltir.
Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere
Mutluluk ve sevgiyle kalın değerli okurlarım…
ESRA SONGÜLER
GAZETECİ -YAZAR
Yorum Yazın