Bana sorarsanız şarap derim , hele bir de memleketimin üzümlerinden , rengi kırmızı, kadehi de ayaklı olursa. Adına Kalecik Karası derler, üzümümüzün ve ondan elde edilen şarabımızın. Kimine göre biraz serttir, bana göre ise tadı çok yerindedir.
Geriye dönüp bakınca çocukluğuma doğru uzandım, Kızılırmak bizim memleketimizden de geçiyor , çocukluğumda etrafı yemyeşil di, suyu da gürül gürül akardı. Ağıtlar yakılmış “Ya Kızılırmak Ne Ettin Allı Gelini “ diye. Biz büyürken bile ne çok can aldı o azgın sular, işte o altmışlı yıllarda Fransız’lar bizim memleketin Kızıl Irmağa yakın bir yerde şarap yaparlardı, ben de hayal meyal o günleri hatırlarım.
Sonrasında Kavaklıdere şarapları bu üzümü keşfetti şimdi şarap fabrikası onların elinde. Bir iki firma daha var ama çok bildiğimi de söyleyemem, ara sıra eşimle fabrikasına uğrar şarap alırız.
Günlerden pazar olmalı , güneş batmak üzere, renkler hafif gri bulutlarla dans ederken, biraz peynir, iki kadeh kırmızı şarap ve geçmişten geleceğe sohbet. Bu kadar keyif yeter, hadi gelin şarabın tarihçesine bakalım birlikte;
Şarap binlerce yıllık bir geçmişe sahip (M.Ö. 6000-5800)
Kaynaklara göre ilk şarap ateşten önce bulunmuş , mitolojiye göre İran Şahı Cemşid tarafından icat edilmiş , en eski şarap M.Ö.6000 yıl öncesine aitmiş .
Türkiye ve Anadolu da şarapçılığın kökleri Antik çağlardan Hititlere kadar uzanıyor ,
1925-1926 yıllarında Atatürk tarafından “Doluca Şarap Tesisleri” kurulmuştur.
Dünyanın en pahalı şarabının damakta bıraktığı tatı bilmiyorum, ama fiyatını biliyorum, okuduğumda ben bile ıslık çaldım 558.000 dolar. Adını ve fiyatını ilk kez duyduğum “Domaine de la Romanee-Conti ( 1945 Fransa )”
Demek ki bu şarabın şişesinden bir damla içen biri dünyanın en şanslı kişisi olacak.
Cabernet en ağır, en koyu renkli ve en sağlıklı kırmızı şarapmış ,
Gürcistan şarap üretiminin doğum yeriymiş , gelecek ay bir gidip gelsem mi ?
Şaraba dair ne çok şarkı ve ne kadar çok şiir vardır değil mi? En bilindik olanını örnek vereyim.
“Şarap mahzende yıllanır , aşkın kalbimde yıllanıyor
İkisini birden içtim , inan içim yanıyor
İnsan ; dudak kadeh , kadeh dudaktır sanıyor
İkisini birden içtim , inan içim yanıyor .”
RAKI
Rakının bir tarihçesi var mı diye baktım ama yeterli bir bilgiye sahip olamadım,
Her ne kadar 5.Y.Y. da Doğu Roma İmparatorluğunda benzeri bir içki var sayılsa da rakının ana vatanı Osmanlı toprakları diye biliniyor. Dünya da da böyle tanınıyor.
Yani bizim milli içkimiz Rakı.
Rakıyı içmenin pek çok adabı varmış;
Çok konuşanla, boş konuşanla rakı içilmezmiş
Sessiz duranla, şakadan anlamayanla, büyük konuşanla rakı içilmezmiş
Rakı kadehi zırt pırt tokuşturulmaz ve kadeh asla boş bırakılmazmış.
Ben rakıyı eski Türk filmlerinin etkisinden mi nedendir, gariban içkisi diye düşünürdüm , en çok da rahmetli Sadri Alışık gelirdi gözlerimin önüne ,oynadığı rollerle nasıl bağdaştırırdı o kadehini.
Şişede durduğu gibi durmayan , bağımlılık yaratan insanın evini barkını hatta ailesini bile yok eden bir içki olarak düşünürdüm hep, belki de bu yüzden rakı benim hep uzağımda kaldı.
Rakının mezesi bile garibandı bana göre, kadeh arayışı olmaz çay bardağında bile içilirdi, bir parça beyaz peynir ve bir iki dilim kavun rakının arkadaşlarıydı. Oysa şarap öyle midir? Kırmızı ya da beyaz et, şarabın rengini belirler. Özel şarap peynirleri vardır yanına da biraz badem, fındık , fıstık.
Meyhane şarkıları insanın içini acıtır rakı içerken, kahreder dinlediği şarkılar yüreğini parçalar insanın.
“At kadehi elinden
Bin parçaya bölünsün” dersiniz ya da
“Kimi dertten içermiş ,
Kimi neşeden”
İki içki iki farklı hayat gibidir , Rakı, şimdilerde biraz daha nezih gibi görünse de lüks restoranlarda , keyifli içilse de geçmişi acı yüklüdür.
Bu iki farklı içkinin, mutluluklara, keyifli saatlere eşlik etmesini diliyorum.
Hoşça kalın , sevgiyle kalın .
FATOŞ ACAR
GAZETECİ YAZAR
Yorum Yazın