Anadolu yoksulluğu sahip olsa da insanımıza, özgüveni yüksek ve vatanın tümüne kendini sahip görecek kadar özgür idi, bahsettiğim özgürlük ve omurgası kalın haller düne kadar hüküm sürmüştü. Fark etmedik ki, ılımlı bir şekil de neyimiz var ise alıyorlar,almaya devam ediyorlar. Dünyasal kazanımlar kaybedilse dahi tekrar geri alınabilir, geri kazanılabilir. Özgüven kazanı mı kendi vatanın da özgürce yaşama keyfi ve sahip olunan haklar ki, bir kez kaybedildi mi kazanımı en zor olanıdır. ATATÜRK’e sorulan “sahabımısın,bekçisi mi” sorusu aç,yoksul,cahil hallerinin yanın da milletimin yönetimiyle birlikte yüksek özgüveni yansımasıdır.
<< Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına
rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına
sokuldu.
- Merhaba nine
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp,
- Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa
bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk
milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin
kendisidir.
Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek
misin? Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben
Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği
kavruk köylerinden birindeyim.
Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da....
Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü.
Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını
birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi
istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği
olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı?
Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek.
Sen efendi bir adama benziyorsun, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek,
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır...
Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı
kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını
yerde buldun, rüyalarını süsleyen,seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı.
Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki
Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi
sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü
atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden
küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış
bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi
Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi;
"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun." >>
“Sabiha Gökçen” anlatımıyla tarihe not düşülen bu güzel ve özel yaşanmış anı, bu günlerimiz için de önemli hatırlatmalar yapmak da. Millet olarak,halk olarak gerekli derslerimizi almadığımız için mi bu günkü pespaye hallerimiz, yoksa yorumlama hallerimizde mi değiştik. Tekrar,yeniden,en başından neler olup bittiğini görüp,yorum yapma zamanımız gelmiştir.
Mir Murat Demir
Yorum Yazın