Merhaba Habercaddesi okurlarım, bu haftaki yazıma gerçek bir öykü ile başlamak isterdim geçenlerde bir kitapta okumuştum, dikkatimi çekti, sizlerle paylaşayım dedim, Hindistan’daki filleri bilirsiniz değilim, son derece uysal, turistleri sırtında taşıyan, kimileri resim yapan, kimileri masaj , işte Hindistan'da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılırmış.
Orman zeminine, filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür.
Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer.
Fil, çukurdan çıkmaya çabalar ama başaramaz, takatsiz kalır, kurtulma ümidi kaybolur, hayatına dair müthiş bir korkuya kapılır, çaresizce bir mucize kurtuluş yolu veya ecelini beklemeye başlar.
Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili şiddetli bir şekilde döver, yara bere içinde bırakırlar.
Hayvan, yediği sopaların ve yaralarının verdiği acıdan ve çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı korkudan dolayı, hayatında görmediği bir bunalım ve ruhi çöküntü yaşar, birkaç saat içinde...
Sonra aynı avcılar, ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki, siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp, baştan aşağı beyaz elbiselerle ve ellerinde çeşit çeşit yiyecek ve meyve sepetleriyle geri gelirler.
File şefkatle yaklaşır, onu besler, yaralarına pansuman yapar, okşayıp sever, güzel sözler söyler ve onu düştüğü çukurdan çıkarırlar. Fil bu, beyaz giysili kurtarıcıların kendisine gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki o andan itibaren ömür boyu onların gönüllü kölesi olur, her istediklerini yapar ve asla sözlerinden çıkmaz.
Onların kendisini az önce tuzağa düşüren, bunalıma sürükleyen ve döven siyah giysili adamlar olabileceği aklına dahi gelmez..
Ne kadar acı değilim….
Minnet duymak Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda karşımıza “Minnet Duyumak” sözcüğünün karşılığı olarak “Birinin yaptığı iyiliğe karşı kendimizi borçlu hissetmek” olarak çıkıyor
Hepimizin minnet duyduğumuz dostlarımız vardır değilmi, Hatice teyzem,
Hatice Teyzemle geçmişte eğitim verdiğim Ana okulunda tanışmıştım, Sevecen, doğu şiveli, iyi niyetli bir teyzemdi emekliliği gelmesine rağmen halen çalışıyor, hayatını kazanıyordu, evlatları vardı ama hepsi de hayırsız çıkmıştı, annelerini arayıp sormazlardı, okulumuzda senelerdir hizmetli olarak çalışıyordu, hergün sınıflarımızı pırıl pırıl temizler, bizlere nefis çaylar getirirdi… Birgün onu hüzünlü gördüm…
-Nen var Hatçe teyzem diyecek oldum,
-Neyim yokku güzel kızım diye yanıt verdi bana
-Neyim yokki… Köyden haber geldi, İbram ağam ölmüş,
-Üzüldüm başın sağolsun teyzem diyecek oldum… gözleri doldu
İbram ağam bizim köyün ağasıydı… öyle bildiğin ağalardan değil hepimizi kollardı, fakirdim, 7 çocuktan sonra eşimi hastalıktan kaybedince yalnız kaldım, kimse ile evlenmedim, evlatlarıma sıkı sıkı sarıldım ama kolaymı sanırsın yedi boğaza bakmaya , yetmezdi ki, İbram ağa bizim köyün ağasıydı, hepimizi kollardı, bu işimi ağam bana buldu, > İbram ağam ben yokken çocuklarıma sahip çıkmış, hanımı Ayşe bacım ile birlikte çocuklarımın okul masraflarını üstlenmiş, onları okutmuştu, yıllar sonra çocuklarım büyümüş, ev bark sahibi olup köyden ayrılmışlardı ama ben İbram ağamın yaptığı iyilikleri unuturmuşum sanırsın… İnsan nankördür kızım nankördür, evlatlarım onun değerini unuttular ama ben unutmadım… işte bugün telefon aldım ki İbram ağam ölmüş, yaşlıydı, hastaydı, isterdim gidip ona son günlerinde bakmak, bir bardak su olsun vermek ama kısmet olmadı kızım, kısmet olmadı… Ben onun borcunu nasıl öderim…
Hatice teyzemi teselli etmeye çalışırken zil çaldı, sınıfa dönüyordum ki… düşünmeye başladım… İşte insanlık buydu, yapılan iyilikleri unutmamak, ama kaldımı günümüzde öyle insanlar… yok ki… varsa da çok nadir… Ne diyeyim Hatice teyzem başın sağolsun.. Neyse kalın sağlacakla
SEÇİL ESKİOĞLU
Gazeteci-Yazar
Yorum Yazın