Sabah sabah güldürdü beni bir okurum, Sosyal medyadaki hesabımda sörf yapıyorum, messengerden geçerken karşılaştım Habercaddesindeki yayınlanan yazılarımı okumuş, bana “Bayan Tsunami” demiş, hayat böyle birşey işte, denizde yüzerken, dalgalar hangi yöne sürüklüyorsa, onu yazıyorum ben bu sıralar böyle ama haftaya ne gösterir inanın bilmiyorum.
Evet başlık atarken dedim ya, “MESELA BUGÜN DE BEN ” diye, eti kemiği olan, damarlarında kan dolaşan, vücudu sinir hücreleriyle kuşatılan bir insanım işte, doğanın bana verdiği her bir şeye kimi zaman sevinir, kimi zaman dövünür, bazen de bayrakları açıp uçlara kayarım, bam telime basıldığında da başkaları gibi gemileri değil, limanları yakarım ben, kısaca insanım işte…
Benim en azılı düşmanım, yakınlarımla dost olabilir ki ben bundan gurur duyarım sizin kötü bulduğunuz bir insan, bir başkası için iyi de olabilir siz kızıp da birine “psikopat” dersiniz, bir de bakmışsınız ki bir başkası ile gayet güzel diyalogtalar. Yani hayat böyle birşey işte, inişlerle, çıkışlarla dolu dolu geçer günlerimiz…
Mesele siz bir yazarı sevdiyseniz eğer, yazdıklarına takılmayın ama kendinizden bir şeyler bulup, o an için okuduklarınız, kalp atışınızı etkiliyorsa, akan kanınızı değiştiriyorsa, o yazı sizin için.
“Yazıların beni ürkütüyor”, diyen insanlara kızıyorum bazen bunu söyleyenler çok fazla hatta geçenlerde gazeteci arkadaşımla sohbet ediyoruz, laf arasında o bile söyledi bu cümleyi bana… kızmadım desem yalan olur…
Gelin empati yapalım , düşünsenize, çok derin ve üzücü bir hikâye okudunuz bu sizi etkiliyor ama bittiği zaman, şöyle bir nefes alıyorsunuz ya, işte o soluk, hastalığa faydası olan bir antibiyotik kadar, önce silkelese de ruhu tedavi etmek için var. O halde sizi korkutan ne?
Haydi birazda felsefe yapalım, o tesadüfen icat edilen dinamitin etkisinden fazlasıyla korkmasaydık, bütün dünyada barışın değerini bu kadar önemsemezdik bu sebeple arada bir birilerinin bir dinamitin özelliklerini tarif etmesi de lazım değilmi? hem birşey söyleyeyim mi, bazen dinamite benzeyen insanlarla da karşılaşmıyor değiliz.
Ben gazeteci ve yazarım uzun yıllar yazdım durdum, fırından çıkan taze sıcak bir ekmek, nasıl ki midelere ziyafetse, siz de en iyisi okuduklarınızdan zevk almaya bakın kimi zaman fırtınayı, kimi zaman denizdeki dalgaları anlatırım, bir de bakmışsın ki cennetteki ağaçları kaleme almışım yok artık demeyim, olur mu olur..
Yorulan, düşünün, üzülen, küsen bir insanın, nihayet köşesine çekilerek, eline bir kitap aldığı zaman, onu okuyan için o kitap asla bir zaman kaybı değil, canlandırıcı bir cilt kremi gibi etkilidir. Bir de bakmışsın, bir yazı, damarlardaki akan kanın rengini bile değiştirir.
Yine düşünelim ne dersiniz, mesela Türkan Şoray, özel hayatında kırılgan, içine kapanık, ağır konuşan bir sanatçıyken, yaptığı filmlere bir bakın; kimi zaman zengin, bazen gecekonduda oturan, bir de bakmışsın, bir fahişeyi canlandıran, o sizin tanıdığınız kişi değildir artık. Şu var ki gerek özel hayatında, gerek filmleri canlandıran o sanatçının değişmeyen tek bir şeyi var; Karakter…
İşte, odur onu kalıcı yapan.
O her zaman saygınlığıdır baki kalan.
Hayallerimizde canlandırdığımız saf, güldüren rahmetle andığımız Kemal Sunal’ın evinde ciddi, kararlı bambaşka bir insan olduğunu hepimiz biliyorduk değildi, örnekler o kadar çok ki, hatta filmlerde babacan iş adamını canlandıran , filmlerinde özel şöförlü lüks arabalarada gezen Hulusi Kentmen’in set çıkışı evine dönerken, otobüs beklediğini hepimiz biliriz değil mi?
O halde benden size naçizane bir tavsiye, bir yazarın kim için, niçin yazdığıyla değil, nasıl yazdığıyla ilgilenin!
Siz eğer “nasıl” ile ilgilenirseniz, yarın öbür gün, o karakteri eleştirebilecek konuma gelirsiniz.
Sizin okuduklarınızı evveliyatında hisseden, gözlem yapan, dikkatli bir insanın elinden çıkmışsa yazılan, düşüncelere şekil verecek, hapsedilip gizlenen o ufukların perdelerini açacaktır inanın.
Hadi soruyorum; Sizce ne yazmalıyım?
Müzik dinleyen bir ineğin, diğer ineklere göre daha fazla süt verdiğini mi? Yoksa, kutup ayılarının tek problemlerinin soğuk değil de sıcak olduğunu mu? Veya Pazar günü doğmuş olan yeşil bir sineğin, Çarşamba günü büyükbaba olacağını mı? Hangisini dersiniz… cevabınız koskoca bir Hayır değil mi, o halde Siz bunu bana bırakın!
Benim amacım, Yaşar Kemal’in dediği gibi, ufak bir karıncayla yolculuk yapmak ve o hikayenin gerçeğiyle tüm evrene ulaşmak!
Çünkü; Ben, Dünya Vatandaşıyım…
Yemek nasıl geliyor ortaya, öğrenmek lazım! Bir değirmen nasıl dönüyor? Kötülüklerin, nereden nasıl geldiğini de hissetmek ama takılmadan, tökezlemeden, sevgi ve saygıyla kalın!
Kendimle övünmelimiyim, yok canım inanın hiç övünesin yok ki,
Yine gevezeliğim tuttu, sayfalar doldu, haftaya Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere diyecektim ki, yine kulağıma fısıltılar geldi, bana “Narsist” diyenleriniz varmış, olsun ne derseniz deyin ben sizleri seviyorum, neden biliyormusunuz, ufak bir anekdotla da onu anlatayım, yine rahmetli Erol Taş, birgün Beyoğlunda İstiklal caddesinde yürürken, kadının biri suratına okkalı bir osmanlı tokatı atmış,”Rezil herif nasıl kıydın o kıza demiş”… Erol Taş, bir an şaşkınlık geçirdikten sonra o tokat atan kadının ellerine sarılmış, “ Ben bu tokat atan elleri öperim, demekki rolümü hakkıyla yapmışımki, gerçek sanmışsın anam demiş” yani işte böyle ben işimi yapıyorum, sizlere bireyler yaşatabiliyorsam ne mutlu bana, hepsi bu!
Haydi kalın sağlacakla..
SEÇİL ESKİOĞLU
GAZETECİ-YAZAR
Yorum Yazın