İnsanlara düşüncenin gücü ile korkunun tedavisini vaat edenler var. Ya da ‘Seversen, korkmazsın.’ gibi iddialarda bulunuyorlar. Oysa korkulardan muzdarip bir kişiye akıl almaz önerilerle sevgisizlik ve yanlış düşündüğünü aşılıyorlar.
Korku bir karar değildir. Korku bir duygudur ve temel duygulardan biridir.
Duygular, organizmanın diğer reaksiyonları gibi, dış veya iç uyaranlara verilen tepkiler olarak ortaya çıkmaktadır örneğin fikirlerin, beden içindeki uyarıların algılanması ve tam olarak gelişebilmesi için merkezi sinir sistemin ve periferik sinir sisteminin yanı sıra işleyen bir vejetatif sinir sisteminin de çalışmasına ihtiyaç duymaktadır. Korku, diğer herhangi bir duygu gibi, üç düzeyde (fizyolojik, motor, sübjektif) belirli bir reaksiyon modelini temsil etmekte ve tarif edilen uyaran durumunda üç seviyedeki değişikliklerin toplamı ile tanımlanmaktadır. Beyin araştırmacılarına göre korkunun sübjektif algısı spesifik bir nörofizyolojik ve vejetatif süreç modeline dayanmaktadır.
Korku çok boyutlu bir sistemdir. Her zaman bir ön ve gelişim hikayesi vardır.
Herkes korkuları bilir. Doğuştandır ve insani gelişimde gereklidirler, çünkü korkular insanın tehlikeli durumlarda uygun şekilde tepki vermesine yardımcı olmaktadır. Evrim tarihi açısından korku, duyuları keskinleştiren ve tehlikeli durumlarda uygun davranışı başlatan fiziksel gücü harekete geçiren bir koruma ve hayatta kalma mekanizması olarak önemli bir işleve sahiptir. Korku, doğal bir alarm sistemi gibi çalışmaktadır. Olası tehlikelere karşı hassasiyeti keskinleyen bir koruma sistemidir.
Herkes korkuyu bilir, korku hissetmiştir ve veya hissediyordur. Ve her bir insan belirli bir korku eğilimi beraberinde taşımaktadır.
Korkulu davranış eğilimi genetik olarak aktarılabileceği uzun zaman önce saptandı. Böylece hamilelikte stresli bir anne, perinatal ve doğum sonrası olaylar, anne-çocuk ilişkisi, emzirme süresi gibi rahimdeki erken deneyimler, geliştirilen korkunun türü ve derecesi üzerinde temel bir etkiye sahiptir. Erken gelişim evrelerinde yoğun bir korku deneyimi, kalıcı davranışsal ve fonksiyonel bozukluklara yol açabilmektedir. Bunların daha sonra yaşam boyunca nasıl geliştiği birçok faktöre bağlıdır.
Yaşanan her deneyim beyinde nöral kalıplar oluşturmaktadır. Ne kadar erken ve ne kadar sık yaşanırsa o kadar derinden pekişmektedir.
Korku geliştirmenin ve korkuyu sürdürmenin öğrenme-teori modeli, Amerikalı Psikolog Orval Hobart Mowrer'in iki-faktörlü teorisidir.
Mowrer aşağıdakileri varsayar:
1. Klasik Koşullama:
Başlangıçta nötr bir uyaranın eş zamanlı olarak hissedilen bir korku reaksiyonunun ortaya çıkmasıyla koşullu bir korku uyarana dönüşmesi sonucu korku oluşmaktadır.
2. Edimsel (araçsal)
Koşullama:
Klasik koşullanmış korku uyaranından kaçınmak korku ve gerilimin azalmasına dolayısıyla kaçınma davranışının ve beklenti korkusu olumsuz yönde pekiştirilmesine neden olmaktadır.
Başka bir deyişle, korku, bu iki faktörün kombinasyonundan ortaya çıkan ve devam eden edinilmiş bir bozukluktur. Koşulsuz bir uyaran, koşulsuz bir tepki ile koşullu bir uyaran, yani korku tetikleyicisi haline gelmektedir.
Korku bir çok nevrotik rahatsızlıkların temelini oluşturmaktadır örn., fobiler, sosyal korkular, hastalık korkusu, obsesif-kompulsif bozukluklar, tikler, histeri, Borderline, Panik ataklar gibi. Korkudan kaçmak veya kaçınmak bu rahatsızlıkların devam etmesi demektir. Aynısı, nedeni öngörülemeyen veya kontrol edilemeyen yaşam koşullarına bağlı uzun süreli yüksek stres aktivasyondan kaynaklı psikosomatik bozukluklar için de geçerlidir. Ayrıca başta alkolizm olmak üzere bir çok bağımlılık ve bağımlılığın başlangıcında, bağımlılık yapan maddenin korku azaltıcı işlevi vardır.
İnsanın kendisi hakkında çok şey söyleyen dört temel korku.
1961'de psikolog ve psikanalist Fritz Riemann, korku konusundaki analitik çalışmasından elde ettiği deneyimleri ve bulguları "Korkunun Temel Biçimleri" adlı kitabında yazdı. Bu kitapta yer alan gerçekler bugün beyin araştırmacılarının da desteklediği bir psikoloji klasiğidir. Riemann, herkesin küçük çocukken deneyimlediği ve daha sonraki korkularını ve tipik (korku) karakterini şekillendiren dört temel korkuyu fark etmiştir.
Dört temel korku:
1. Şizoid karakter: bağlılık korkusu.
Bu korku yakınlıktan kaçınmaya yol açmaktadır. Şizoid kişilik mesafe için çabalamaktadır.
2. Depresif karakter: kendi olma korkusu. Bu korku, insanların sürekli olarak diğer insanlara yakınlık aramasına neden olmakt. Depresif kişilik, sevgi ve bağlılık için çabalamaktadır.
3. Obsessif karakter: değişim korkusu. Bu, bir insanın kaosa ve değişime dayanmasını güçlendirmektedir. Her şey tam olarak olduğu gibi kalmalıdır. Obsessif kişilik, irade ve tutarlılık için çabalamaktadır.
4. Histerik karakter: ihtiyaç korkusu. Hayatta sorumluluk almasını engellemektedir. Histerik kişilik değişim ve yenilik için çabalamaktadır.
Korku hiçbir şekilde bir karar değildir. Aksine, insan olmaya aittir. Korkuyu hissetme becerisi kısmen doğuştan ve kısmen şartlandırılmıştır. Korkuyla başa çıkmak ise değildir. Bir insanın korkuyla nasıl başa çıktığı, ne zaman ve nerede deneyimlediğine, ne hissettiğine ve nasıl öğrendiğine bağlıdır. Belirli deneyimler ne kadar korku vericiydiyse, korku o kadar derin olur. Bu kişiye ‘Korku bir karardır!’ ne yararlı ne de uygun olacaktır, daha çok çok boyutlu korku sistemi hakkında fütursuzca bir ifadedir.
İnsan korkusuna çaresizce teslim midir?
Hayır. Öğrenilen her şey farklı bir bilgiyle yer değişebilir.
Amigdala hiçbir şeyi unutmaz. En iyi terapi bile hiçbir şeyi silemez, ancak yeniden öğrenmesine yardımcı olabilmektedir. Bu da isteklilik, sabır, pratik ve zaman gerektirmektedir.
Korkmadan bir hayat yaşayabilmek bir illüzyondur. Korkmak insanın varlığına aittir ve bağımlılıklarının ve ölümlü olduğu bilincinin bir yansımasıdır. İnsan ancak onlara karşı güçler geliştirmeye çalışabilir: cesaret, güven, bilgi, güç, umut, alçakgönüllülük, inanç ve sevgi. Bunlar korkuyu kabul etmeye, onunla başa çıkmaya, tekrar tekrar yenmeye yardımcı olabilmektedir…
HANIM DEMİRBAŞ
UZMAN SOSYAL PEDAGOG VE AİLE DANIŞMANI
Yorum Yazın