Önünden geçen herkesin hayranlıkla baktığı, ihtişamlı bir kaleye bu yazı..
Duman kokan, griye çalan, her duvarında geçmişinin onda bıraktığı izler görülebilen bir oda… bir ev, yıllardır çarpıştığı hayatının savaşından çıkmış yıkıntı içindeki bir ev, bir yuva!!!
Her şeyden darbe yemiş yorgun bir adam, içindekileri ile birleşmiş, hepsinden bir parça alıp acı gibi gerçeğe dönüşmüş,
nefes alabilen, aldığını zanneden bir adam…
Ben bütün odalarını gezdim kalenin her oda da bir acıyı gördüm.
Dışarısıyla içinin farklılığını, içinde kaybolunca öğrendim.
İçine sızılmasının zor olduğu kadar çıkışının da kolay olmadığını izledim.
Odaların birer birer kilitlendiğini, kolay kolay da açılmadığını
fark ettiğimde ise çok geç kalınmıştı.
Çünkü odanın birinde kilitli kalmıştı kalenin sahibi...
Herşey yolundaymış gibi izlenim bırakır, güvenmek sanki adıymıs gibi, soğukkanlı ve güzel oyun oynarım der oyunumu.
Kimseye ihtiyacı olmadığını söyler.
Ama sakın inanmayın.
Bunların altında gerçek ben karmakarışıklıklar içinde ve yalnızlıkla ve korkuyla başbaşadır.
Dikkatlice dinleyen biri, aslında onu ve söylemediklerini işitir...
Kendisine ne kadar daha çok yakınlaşırsanız size daha da kor
ve gözü kapalı saldırabilir.
Üzerine titrediklerimiz, özendikçe sakındıkça elimizden kayıp gidiyor bir bir .
Sakındıklarımız mıdır hep giden, gidecek sandığımız mı sakınılır?
Sorgulamaları çok önce olmalıydı belki...
Oyunun kurallarını yazarken, yaşarken...
Oyun...
Hala oyun diyordu...
Evcilik oyunu, evlilik oyunu.... İflah olmaz bir oyuncuydu...
Hayatın ve çevresinin ona çizdiği rolleri oynayan...
İyi bir eş, iyi bir ebeveyn...
Mantığına o kadar güveniyordu ki yaptığı her şeyin doğruluğuna karşı şüphesi yoktu bu zamana kadar...
Herkesin de onaylamasını bekliyordu gizliden gizliye...
Gizliden gizliye mi?
Buna kendi bile inanmamıştı...
Yüzünde acı bir ifadeyle karşısındakilere nasıl empozeler ettiğini farketti...
Ama ona göre öyle olmalıydı! !
Doğru olan buydu! !
Yine ben merkezci olmuştu...
Herşeyi kendine yoruyordu, kendinde başlatıp yine kendinde bitiriyordu...
Parçalanmış hayatlar, yıkık dökük harabelerin üzerine kurulmuyor yenilikler,
sırıtıyor yeni kokmuyor.
Yaşadığımız, seçtiğimiz, güzel umutlara kurduğumuz
hayatlarımızdan başka bir hayata yatay geçiş yapamıyoruz.
Zorunlu!
Mecbur ve borçlusun elindeki hayatı sonuna kadar yaşamaya,
değiştiremezsin hayatının yolunu, sokağını kapı numarasını.
Birbirine kenetlediğimiz yaşamımızı, bizimki ile kelepçelediğimiz o gün isterken bugün bilemezken
başka yaşamlarla beraber, anahtarı da pas tutmuştur çoktan,
açılmaz olur.
Açıp gitmeye çalışırken de kanar, debelenirken de paramparça olur her yerimiz kırık dökük çizik!
Biçare. çaresizlik çıkmazlara sokar.
Diğer elindeki hayatı bu sefer kanırtırsın.
Çünkü çıkmazlara girmişsindir, diger hayatıda sürüklersin.
Canın acıyordur, istersin ki onunki de acısın...
Bahaneler ararsın.
Hayatımız, yaşanmışlıklar bizi bıraksa da asılolan biz onu bırakamıyoruz.
İşte ne kadar arzulasak da başka bir hayata yatay geçiş yapamıyoruz.
Korkuyoruz...
Kapanmaz yaralar vardır, sevinçlerle bezenmiş..!!
Mutluluklar vardır , gözyaşları ile yıkanmış..!!
Umutlar vardır, yıllar ile örülmüş!
Hayatlar vardır, başka hayatlara eş olamamış,
geçmiş tren , kaçırılmış, istasyon da yapayalnız kalmış,
peşi sıra giden trene rayların üzerinden bakakalınmış…
Son düdüğü çalıyor İstasyon şefi ……… bey..!!
Bir sonraki trene çok vakit var.
Seni sen yapan ne kaldı söyle ? beynin! yüreğin! düşüncelerin..!!
ideallerin ... gem vurmadığın ne kaldı ?
Selam ve saygılarımla
NAZENDE KAYA
ARAŞTIRMACI-YAZAR
Yorum Yazın