İncilay ÖZDEMİR
Yaşadığı dönemin Rus soylusu olan Tolstoy, kendisini sınıfına özgü olan mülkiyet esaretinden kurtarabilmiş, egemen sınıfları hicvetmiş, iyilik, eşitlik, adalet, emek, sevgi gibi yüce kavramlara inanmış ve bunları eserlerinde yaşatmış bir yazardır.
Evrensel değerler sunan eserlerinden biri de "Efendi ile Uşağı" öyküsüdür. Öykü, iki karakter üzerinden ilerleyerek köle-efendi çatışmasına yer verir.
Vasili, ikinci sınıf bir tüccar, Nikita ise, onun yoksul uşağıdır. Vasili, bir toprak ağasından koruyu satın almak için, karlı ve tipili bir havada yola çıkmak ister, uşak ise öyle bir havada yola çıkılmaması gerektiğini , kendi düşüncesini ortaya koymaya alışık olmadığından, gözünü mal hırsı bürümüş olan efendisine fikrini açıklayamaz. Kendisini tehlikeli bir yolculuğun içinde buluverir. Efendi ve uşak bu ölümcül yolculukta yollarını kaybederler.
Ve bireylerin bu noktada kendilerini keşif yolculukları başlar. Para, mal düşkünü Vasili ve kendi iradesini ortaya koyamayan Nikita kendileriyle yüzleşerek, gerçekliklerinin farkındalıklarını yaşarlar. Efendi'nin ölüme yaklaştışça uyanışı, daha çok manevi anlamda, Tanrısal olana yakınlık anlamında hissedilir öyküde. Vasili'ye göre yaşamın anlamı, parayken, ölüme yaklaştıkça kendisine yabancılaşmaya başlar.Uşağı kendisine ne kadar bağlı olmak durumundaysa da, aslında kendisi de uşaksız var olamaz. Onun üretimine ihtiyacı olan kendisidir. Adeta köleyle bir olarak öz bilince ulaşmaktadır. Nitekim, tipi devam ederken kızakta donmak üzere bulduğu uşağını ısıtmak için üzerine yatmıştır.Ve Vasili'nin kendisini yavaş yavaş uşakta görmeye başlamasını şu satırlarla okuruz;
" ....Altındaki uşağın, ısınıp canlandığını düşünür: Kendisinin bey değil, uşağın bey olduğunu, hayatın kendinde değil, uşakta olduğunu...
Solumasına kulak verir uşağın, horlamasını dinler. Utkulu bir sesle:
' O soluk alıyor; ben de alıyorum,' der.
Aklına paraları, dükkanı, alsat işleri, Mironov'un milyonları düşer. Vasili denen adamın(kendisi) bunlarla neden ilgilendiğini anlaması zordur: ' İşlerin sonuna aklı ermezmiş onun' der. ' Benim de anladığıma göre, onun aklı yetmemiş! Oysa şimdi hata payı yok, gerçekle yüz yüzeyim.' Demin kendisine seslenmiş olanın çağrısını bir daha duyar. Sevinçle: 'Geliyorum!' diye bağırır ve kendisini bağlayan bir şey olmadığını hisseder.
Ölümlü dünyada son düşüncesi bu olur....."
Kendisi için yaşamayan, kendi iradesini yok sayan uşak ise, öleceğini düşününce seviniyor;
"..... Bütün bedenini saran bir soğuğa yakalanmıştı. Bu gece ölebileceğini, bunun gerektiğini düşündü; ama ölüm düşüncesini hiç de korkunç bulmadı, çünkü hayattan bir zevk almamış, yaşamı bitmek bilmez bir esaret olmuş, artık bundan usanmıştı....."
İnsanlık tarihi boyunca kölelik yerini uşaklığa bırakmış.Günümüzde ise Patron- işçi sınıfları oluşmuştur. Yaşadığımız şu anki sistem de, sosyal çatışmaları barındırmaktadır.
Biz insanların ihtiyaçları sınırsızdır ve her alanda insan birbirine muhtaç değil midir? Bizlerin en çok ihtiyacı olan şey ise, sevgi ve saygıdır aslında. Yaşanan çatışmaların kaynaklarını görebilirsek eğer, toplumun huzurunu tehtid eden tehlikelerin, yaşanacak adaletsizliklerin önünü alabilir, aydınlığa çıkabiliriz. Sosyal hayatta yaşanan, refah seviyelerindeki uçurumlar, bireyler üzerinde psikolojik dengesizlikler yaratacağından, toplumun tam bir uyum içinde mutlu yaşaması beklenemez.
Sevgiyi, adaleti, vicdanı, iyiyi çıkarınca hayatımızdan, geriye ne kalır insana dair?
Yorum Yazın