İnsan bu, doğar yaşar ve ölür, bu alışılagelmiş sıralama nerede ve nasıl geçer. Eskiler de kalmış haliyle evler büyük ve en küçüğünden en yaş almışına kadar birara da barındırırdı. Dünya da ve ülkemizde birara da yaşama, yaşayabilme imkanı kalmamış ya da daha zor hale gelmiştir.Huzur evleri diye başlık attım yazıma, ömrünün hangi dilimin de huzur evlerine giderim, bilmiyorum. Bildiğim şey, huzur evleri anti kampanyalar oluşturulacak kurumlar, kuruluşlar olmadığı gerçeğidir. Ahkam kesme ya da kural oluşturma hali değil benimkisi, sadece gözlemleri mi ve bildiklerimi aktarma çabasındayım.
Kişi yaş aldıkça, yaşlandıkça sağlık yönünden problemleri olur ve gelişen tıp bilimi sayesin de bir çoğuna çareler bulur. Tıp biliminin ortaya koyduğu tüm çare hallerin de hassasiyetle plan ve takip hali vardır. Toplum olarak nüfusumuzun çoğunluğu şehirler de yaşamakta ve aktif ve sağlıklı nufus ise hayata tutunmak adına çalışmak, para kazanmak zorun da. Genel çoğunluğu aktarmaya, yazmaya gayret ediyorum. Dört kişilik bir aile örneği verelim, anne, baba, iki çocuk ve öğretim hayatları devam ediyor, anne baba özel ya da resmi bir kurum da, kuruluşta profesyonel çalışmakta. Bu örnek üzerinden beyin fırtınası yapalım, anne de baba da, torunlar da, büyükbabaları, anneanne,babaanneleri ile birlikte yaşamaktan memnunlar. Memnuniyet iyi de büyükler aile sevgisi dışın da aradıklarını bu evde bulabilecek mi ? her sorun ve sıkıntısın da kendisine zaman ayıracak evlat ya da torun olabilecek mi ? Millet olarak duygusal değerlendirmeleri seviyoruz da, reel durumu analiz etmekten uzağız. Birlikte yaşamayı düşündüğümüz büyükler diyelim hasta ve kronik rahatsızlıklardan uzak, yine de yaşına uygun bir yaşam şekli sunulabilecek mi ? Huzur evlerin de yaşlarına uygun ortam ve yaklaşım mümkünken sağlık olarak da sürekli kontrol mümkün. Haberlere konu olmuş insanlık dışı, çağ dışı, vicdan dışı hal ve tutumları yazma gereği duymuyorum. Kural dışı hal ve tutumlar, yaklaşımlar huzur evleri gibi birçok kurum ve kuruluşta vardır ve istenmeyen bir haldir. Büyükleri yanımıza hapsedip istek ve beklentilerinden uzak bir hayata mı zorlamak güzel, imkanları gelişkin ve çokça uzak olmayan bir huzurevin de yaşdaşları ile kontrollü yaşamalarını sağlayıp, sıklıkla ziyaret edip, misafir edip ağırlamak mı güzel ? Empati yapmak gerek diyeceğimde, zor iş, yirmili yaşlara gelmemiş bir genç karşısında ki büyükbabası ya da büyükannesi için nasıl empati kursun, kurabilsin ki ? Ters bakıp empatiyi deneyelim, yaşı seksenden fazla olan bir yaşlımız kırklı yaşlar da ve sürekli çalışmak, para kazanmak zorunda olan evlatları için, hayata tutunmak adına okul dışında ki vaktini de kurs ve derslerle geçiren torunları için nasıl ve ne şekil de empati kurabilir ki ? İstisnai haller ve özel kazanımlar, geniş imkanları yazım harici görerek yazıyorum. İnsanlara ne mutlu ki, her olumsuzluğa rağmen iki, üç, dört hatta beş kuşak bir ara da yaşamayı becerebilmişlere.
Yazımda ki kendi yorumlama ma ters, biraz da duygusal bir mektubu, bir annenin kızına mektubunu da ekliyorum. Geniş düşünmelere sevk etmek ve en doğru kararı hayatınıza geçirmeniz umudumla, çocuk, yetişkin ve yaş almış halleriniz için. Mutluluk getirmeyen her karar ve tutum hatalıdır, yanlıştır.
<< “Cahide Sultan” Hanımefendinin huzurevinden kızına yazdığı mektup ; ( Aynı haliyle yazıma aldım )
Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum.
Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum.
Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…
Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım.
Yanımdan hiç ayırmazdım.
Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibiyim
Şimdi beni nasıl olup ta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi.
Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…
Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin.
“Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin.
Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana.
“Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım!…
Yaramaz bir çocuktun,yerinde duramazdın sen
Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin.
Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini…
Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…
Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleri de duydu ya, nasıl utandım bir bilsen…
Daha ne laflar söylüyorlar da dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki?
Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmezdim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum, üstüme döküyorum.
Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. Secdeye başımı koyup uzun uzun öylece kalmayı ne çok özledim…
Torunlarımı sevmeyi hayal ederdim
Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel.
Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim diyordum…
Sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye.
Arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum.
Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…
Gerçi benden daha beterleri de var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü.
Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi.
Ben görmedim, gelmezlerdi hiç.
Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın.
Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor.
Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş.
Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler.
Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar.
En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban…
Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın.
(*) Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler…
Kuzine soba da patates pişirirdim sana
Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan? Hiç mi gülmez yüzü ya hu?
Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş. Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…
Hatırlar mısın ilkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobayı yakardım.
Sen gelmeden yemeği hazır eder, sobanın üzerine koyardım.
Sen seviyorsun diye sobanın fırınında bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak.
Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. İlk işin tencereye bakmak olurdu. Genelde sevdiğin yemekleri yapardım.
Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, öperdim öperdim…
Her şeyi sığdırdın da evine bir beni sığdıramadın
Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarım da sormuyorlar demek.
Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağ olsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim…
“Evi çok büyük” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın. Tıpkı beni çıkardığın gibi…
Her şeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin…
Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum.
Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belki de… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?
Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…
Kim icat etmiş bu “huzursuz evleri” ?
Hayırsız evlatlar evleri:
Evladın hayırsızı huzurevine terk eder annesini, babasını
Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Her gün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada.
Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allah’ım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”
Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?
Bak yine geldi o uğursuz gün. Zehra geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun?
Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi.
Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık…
Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…
Her şeyleri sığdırdın evine de bir beni sığdıramadın a kuzum…! Cahide Sultan >>
Mektup ve içeriği mutlak duygusallığınıza sebep olmuştur. Ben zaman ve imkanlar dahilin de en küçüğünden en büyüğüne ailenin bir ara da olması tarafıyım. Bura da olaya sadece duygularımız ile bakıp mantıklı ve akıllıca bir karar vermemiz ve karar almamız çok zor. Bu zorluğu çocuklar için, yetişkinler için ve yaş almışlar için söylemekteyim. Yetmişli, seksenli yıllar da yeşilçam filmerin de gecekondusu yıkılanlar konu edilirdi ve bizler, izleyenler hep mazlum gibi gördüğümüz gecekondusu yıkılanların yanın da yer alırdık. Gecekondusunu özellikle büyükşehirlere yapanların ekseriyeti gasp ettikleri arsalar ve siyasilerin vurdumduymazlığı ile zengin oldular..
Mir Murat Demir
Yorum Yazın