İncilay ÖZDEMİR
Bazı insanlar vardır, hayat avuçlarının içindedir sanki. Ne geçmişin esiri olurlar, ne de gelecek kaygısı taşırlar. Hayatın , yaşadıkları anda varolduğunu bilirler. Anını iyi değerlendirebilen, seçimlerini doğru kullanabilen kişinin, geçmişi ve geleceği güzel olur zaten...
Bu insanlar, ruhlarının bilincine vararak, dünyaya mutlu olmak için geldiklerini bilirler. Kendilerinin ve başkalarının, hayatlarını güzelleştirmeyi, olumlu düşünceleri sayesinde daima başarırlar. Bazıları devamlı şikayet edip, birilerini suçlarken, onlar hayatın tadını çıkararak, onu yudum yudum içerler.
Şimdi, yüzünüzü ekşittiğinizi görür gibiyim. Bu zamanda böyle Polyanna ruhu taşımak, delilikten başka birşey değildir, diye düşünebilirsiniz. Ne de olsa, değer ölçüsünün para olarak ele alındığı , gücü olanın güçsüz olanı ezebildiği, eşitsizliğin sürüp gittiği, her türlü şiddete maruz kalınarak yaşanılan bir çağdayız.
Hayat böyle acımasızken, mutlu olmak, suç işlemek sayılabilir bazılarınca... Dünya bu hale geldiyse, kabahati dışarıda arayacak kadar, körleşebiliyoruz demek. Kendi irademizle, kendi ellerimizle yaptığımız dünyaya küsebiliyoruz...
Bütün insanlar iyi olmadıkça, hayattan tam iyilik bekleyemeyiz. Biz iyi olmayınca, hiç birşey iyi olamaz tabi ki...
En büyük sorunumuz, mutluluğu hedefe bağlı olarak yaşıyor olmamız. İçinde bulunduğumuz sistemin getirdiği, hedeflere bağlı mutluluk anlayışımız, bizi her zaman doyumsuzlaştırıp daha çok mutsuzluğa sürüklemektedir.
İstediğimiz bir şeye sahip olunca, mutluluğu yakalayacağımızı sanacak kadar, kendimizi bilmez durumdayız. hayatın anlamını kavramak, her zaman mucizelerin içinde yaşadığımızı algılayabilmek bu kadar zor olmasa gerek.
Biraz hayata dokunmayı, onun seslenişini duyabilmeyi bilmeliyiz.
Aklıma gelen bir hikayeyi aktarmak istiyorum: " Bir gün bir Kızılderili ve beyaz arkadaşı , New York şehrinin merkezinde yürüyordu. O sırada, caddeler insanlarla doluydu. Sürücüler kornalarını çalıyor, taksiciler müşteri bulmak için köşelerde bağrışıyordu. Kısacası şehrin gürültüsü insanı sağır edebilecek kadar fazlaydı. Birden Kızılderili durdu ve 'Bir cırcır böceğinin sesini duyuyorum' dedi. Arkadaşı ' Ne çıldırmış olmalısın. Bu gürültüde cırcır böceğini duymanın imkanı yok' diye karşı çıktı. Kızılderili bir müddet dikkatle dinledi ve caddenin karşı tarafına geçip, bir fabrikanın bahçesine yöneldi. Çalılıklara baktı. Gerçekten de orada küçük bir cırcır böceği duruyordu. 'İnanılmaz! Sende insanüstü kulaklar var galiba' dedi adam. ' Hayır, benim kulaklarım, seninkilerden farklı değil. Bütün mesele, dinlediğin şeye bağlı.' diye karşılık verdi Kızılderili. Ardından, elini cebine sokup bir kaç madeni para çıkardı ve onları yuvarlanacak şekilde kaldırımda yere attı. Kulaklarında hala kalabalık caddelerin gürültüsü yankılanırken, 8- 10 metre mesafe içindeki bütün kafaların, dönüp kaldırımda çınlayan paranın, kendilerine ait olup olmadığına baktığını gördüler..."
Bundan sonra, duymak istediğiniz şeyleri seçip, mutlu ya da mutsuz olmaya siz karar verin...
Yorum Yazın