Yaşar insan ve hayatta olduğu süreç içinde sürekli öğrenir. Öğrenme; yaşam macerası içinde yaşam akışı içinde sahip olduğu en güzel mücadele. Bahis konusu bu mücadele içinde süreç ve sıralama öncelikler öylesi önemler taşır ki, maalesef geç kalırız tespit etmeyi ve öncelikleri belirlemeyi. İnsanımızın, kişinin kendisini tanıması, kendi gücünü keşfetmesi fevkaladenin fevkinde bir hal, başaranlara ne büyük mutluluktur. Ekseriyetle her insan kendi gücünü öğrenir, kendi hassasiyet ve zafiyetlerini bilir, fiziksel ve ruhsal yeteneklerini, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını, uyum sağlayıp sağlamayacaklarını da tespit eder de, en kötüsü, berbat olanı, yaşamının son demlerinde öğrenir.
Ekseri insan hali böyledir, istisnalar elbette milyonlarca belki de milyarlar var. Akademik bilimsel bir araştırma, anket, tespit var mıdır, bilmiyorum, bu kanaate kendi gözlemlerim, okuyup izlediklerim sonucu ulaştım. Yaşadığımız hayat öğretiyor, kime değer verilip verilmeyeceğini de, doğru bulduğunun yanında yer alıp direnmeyi de, her şeyin birden çok ihtimalli olduğunu, olmaz denilen şeylerin dahi şartlar ve süreç içinde gerçekleşebileceğini de. Toplum halinde yaşıyor olmanın çokça caziplikleri olduğunu bilse de yalnız yaşamanın mutluluğun zirvesinde bir getirisi olduğunu geç öğreniyor. Toplumsal gereklilikler, baskılar, yazılı olmayan biçimsel kurallar, mahalle baskısı zorluyor insanı birden fazla insanla bir arada yaşama halini. Aile halinde hatta birden fazla ailenin bir arada yaşaması halinde olup keyifli, sağlıklı, bilinçli olanlar var mıdır? Elbette, vardır ve kendi özel diyalogları ve dejenere olmamış sevgi, saygıları, kendi özel hukuklarıyla başaranlar vardır.
Güvenip güvenmeme konusunda dahi elimizde bir kılavuz olmadığı için son demlerimizde başarılı oluyoruz da, ömrümüz kazık yemek ve aldanışlarla geçiyor, tam öğrendik demeye başlıyoruz ki, ömür bitiyor. İnsanları çokça tanımadan sahip olduğu etiketlere çok anlam yükleyip, kamil, kemal, erdemli, itimat edilir, yola çıkılır, sır saklar, emin insan gibi sıfatlar yüklüyoruz da, gerçek yüzüyle karşılaştığımız da kaybeden de, aldanan da, eyvah diyen de yine kendimiz.
En tuhafı, enteresan olan da, hayatımız böyle süredursun, kendimizi teskin etmek, kendi kendimize teselli vermek için, “üç günlük dünya” “bu da geçer” “sabah ola hayrola” gibi deyimleri dilimize düşüncelerimize pelesenk yapıyoruz. Direnme gücümüzde, afaki her şeye inanmama halimiz de yavaştan hâsıl oluyor ama yediğimiz kazıkları düzeltmek, düzenlemek, hayatı kendi akışına getirmek, balığa uçmayı öğretmek gibi zorlaşıyor çok defa. Günübirlik yaşamın sunduklarını deneyimlemiş olsak dahi yağmura yakalanıp şemsiyesiz ıslanıyoruz, öğlen sıcağında güneşte kalıp afallıyoruz, kar yağışı sonrası her yer buz, kundurada ki ısrarımızla mutlak kayıyoruz, düşüyoruz, akıllanmıyoruz, kırmadıysak bir tarafımızı, başarı, kazanım sayıyoruz. Hayatlarımız tam da bu özdeyişimiz gibi seyrediyor “demir tava geldi kömür bitti akıl başa geldi ömür bitti”.
Öğreniyoruz, öyle uzun uzun araştırmalara, analizlere, sorgulama, soruşturma ve irdelemelere gerek olmaksızın, bir gafından, bir lafından dahi anlayıp veriyoruz notunu, biliyoruz sırtımızı yaslayıp yaslayamayacağımızı, bildiğimizi kendi hayatımıza katacak, katıp da öyle yaşayacak süremiz kalmıyor, ölüyoruz.
Mir Murat Demir
Yorum Yazın