Arkadaşlarımla bir cafe de toplanmış sohbet ediyorduk, orada bir genci tanıdım, Edebiyat mezunu olduğunu söylüyordu, gayet samimi, saygılı ve pürüzsüz bir anlatım yeteneğinin dışında, en mühimi dinlemesini de biliyor. Hem de bu yaşta…
Ondaki bu söz söyleme sanatı, giderek dikkatimi çekince,
-Niçin öykü yazmıyorsun?” diye sordum, anınca cevap geldi,
-Yazıyorum Seçil abla dedi.
Bu gece bana kısa bir öykü gönderirse memnun olacağımı söyleyince, hemen oturduğu yerden dizüstü bilgisayarını açıp e-maille gönderdi bile.
Gece yarısı eve döndüğümde, çalışma odama geçtim, bilgisayarımı açıp, gönderdiği öyküyü okurken, fazlasıyla şaşırdım.
Ben yıllardır yazarım, çokta iddialı değilim, ama edebiyatı bilirim, bu sebeple de bir yazarın aradığı evrensel boyutta 3 ortak kriteri biliyorum, Samimiyet, Tutarlılık ve Neyi nasıl anlattığı…
Gencin yazısını bir okudum, uzun uzun düşündüm, sade kahvemden bir yudum aldım, yine düşündüm, çünkü bana gönderdiği yazılar o tanıdığım tutarlı, samimi ve konuşunca toplumu sus pus edip ortama hâkim olan bu gencin yazısına hiç benzemiyor bu yüzden şaşkınım ya.
Hem okudum hem kızdım. Belirgin derecede edebiyat parçaladığı yetmiyor gibi, sanat yapma adına her bir cümleyi süsleyip püsleyip yazının içine etmiş!
Şimdi kalkıp ben bunu eleştirsem biliyorum dönecek bana…
-Seçil abla ben edebiyat mezunuyum… diyecek, havasını atacak, iyi de Anlamayan insanların süslü püslü, allı pullu yazıların edebiyat olduğuyla ilgili inançlarını anlarım, ya bu?
Keşke o gece cafede bizlerle konuştuğu gibi yazsaydı?
Aslında ben, gençlerin motive edilip gazlanarak daha bir iyi olacaklarına inansam da herkes gibi yalanı beceremiyorum , hele de bir edebiyatçının, edebiyat adına, edebiyat parçalamasını hazmedemiyorum gibi.
İnsan, inandığı bir sanata nasıl düşmanlık eder?
En iyisi ona güzel bir oyun oynamak, nitekim aile dostumun oğlu bu.
Planımı akşamdan hazırlamıştım bile
Derhal bilgisayarımın başına geçip, üç ayrı yazardan Pdf. dosyası hazırladım, her birine, Dostoyevski’den, Ömer Seyfettin’den, herhangi bir Best Seller’den seçtiğim bir alıntıyı yazıp dosyaladım ve ben yazdım, diyeceğim ona
Ertesi gün işyerimde çalışıyorum, evraklar birbiri üstüne yığılmış, cep telefonum çaldı, açtığımda bu delikanlı, ismini merak edersiniz ya, yazmayayım… o kendini biliyor zaten,
Hal hatırdan sonra konuya geldi, öyküyü beğenip beğenmediğimi sorunca,
-Gel bunu seninle yüzyüze konuşalım dedim,
Çok saygılı,
-Elbette Seçil abla dedi, bu akşam müsaitsen iş çıkısı gelip seni alayım,
Sözleştik, akşam geldi lafı uzatmayalım, yine bir cafede oturduk, kahvelerimizi yudumlarken, konuya girdik …..neler diyeceğimi heyecanla bekliyor,
Telefonumu açıp not defterine kaydettiğim üç ayrı yazarın yazılarından oluşan dosyayı, onun telefonuna gönderdim.
-Sana kendi yazılarımdan 3 tane hazırladım, bak bakalım, bunlar da benim internetteki köşe yazılarımdan seçtiklerim, bunları bir oku, önce sen beni eleştir ama acımasızca eleştir sonra da sonra da ben seni dedim…
Heyecanla telefonunu açtı, WhatsApp üzerinden bir çırpıda hepsini okudu…
-Samimi konuşabilirsin! dedim.
Baktım, kafasını kaşıyor, konuşmaya niyeti yok gibi bir şey..)
-Çekinmene gerek yok, lütfen, ben darılmam” deyince,
-Şahsen beğenmedim” dedi.
-Hiç birini mi?
-Evet, hiç birini, bu yazılarında bir sanat göremedim.
O böyle konuşurken, gülmemek için kılıktan kılığa giriyorsam da rengim attı biraz.
-Hele de şu” derken, gösterdiği yazı, Ömer Seyfettin’e ait…
-Dümdüz yazmışsın, bunlar herkesin yazabileceği şeyler… sen milyonlara seslenen haber sitesinde yazıyorsun, biraz daha iyi yazabilirdin demezmi
Sabır da bir yere kadar, bende insanım, şartellerim attı galiba…
-Son sözün bu mu?” diye sordum.
-Evet bu” deyince, daha bir kuvvetli sordum.
-O halde soruyorum,
- Fyodor Dostoyevski tanırmısın … .. Ukala biçimde güldü,
-Şakamı yapıyorsun Seçil abla, kim tanımaz Dostoyevskiyi çok romanlarını okutum ben
-Peki ya Ömer Seyfettini? onu nasıl bulursun…
-Tam bir sanatçıdır. O da tescilli bir yazar, onu da severim.
--Ama sana kendilerini tescilletememişler?” deyince bozuldu.
-O nasıl bir söz?
-Az önce okuduğun, beğenmedim dediğin yazılar onlara ait yazılar da onun için. Yani, sana benim yazım diye okuttuğum yazılar onlarındı…)
Dikkat çekici bir heyecanla renkten renge girdikten sonra,
-Seçil abla ama bu haksızlık, benimle oyun oynadın! dedi.
-Oynarım tabi, sen sanat yapmak adına sanatla oynarsan, ben de böyle oynarım..)
-Offf!” dedi.
-Hiç oflama, sana yakışmıyor.
Şimdi bu gence tutup ta “yaygın istiare, kapalı istiare, mecazı mürsel, tevriye, tariz, tenasüp nedir?” diye sorsanız, bilecek.
Zaten eğitim adına kavramlar sözcüklerden öyle boğulmuşlar ki, yazıya gelince tökezleyecek kadar…
O bile süslü yazmanın edebiyat olduğuna inandırmış kendini, hesap edin!
Bir insan, insanı veya olayı, insana anlatıyorsa, insani yönünü gizlemeden, insanca süssüz, gösterişsiz, pürüzsüz anlatacak ki kalplerde iz bıraksın.
Bakın, size bir örnek vereyim
“-Büyüyünce ne olcek benim oğluşum?
-Doktor olcem..
-Vayy benim aslanıma, doktor olcek ha! Annene de bakcen mi koçum?
-heee!”
İşte şu yukarıda verdiğim örnek, benim edebiyat anlayışımla örtüşür. Okuyan her kesimin anlayacağı bir dil, dahası samimiyet var. Yazar kendini gizlemiş ama anlatmak istediğini sezdiriyor, açık ve net…Kahramanlar nasıl konuşuyorsa, öylece yazmış, kendi konuştuğu gibi değil.
Diyeceksiniz ki, Halit Ziya süslü yazar…Haklı olabilirsiniz ama bırakın, o nerede nasıl makyaj yapılacağını biliyor bazı istisna yazarlara helal olsun, yakışıyor!
Kimi bayanlar da arada bir makyaj yapar, yerine duruma göre ki bu herkesin hoşuna gider.
Yazı yazmayı çok severim, işte bakın köşemiz doldu bile, haftaya başka konuda buluşmak üzere Kalın sağlacakla
SEÇİL ESKİOĞLU
GAZETECİ-YAZAR
Enfes harika kaleminize yüreğinize sağlık , Çok yerinde nokta atışlarla anlatımlarınız severek heyecanla bekliyoruz bir sonraki yazılarınız saygı ve sevgilerimle
Melisa
22-10-2024 09:45