Dün gibi hatırlıyorum. Kasket açık kahve, omuzunda aynı renk deve tüyü manto, içinde parlak gri takım elbise ve hafif sivri burun rugan bağcıklı ayakkabısıyla asalet timsali karşımda duruyor. Kim mi bu beyefendi? O benim babam.
Dünyayı terk etmeden üç gün önceydi. Beyoğlu savcılığı görevini şanla şerefiyle yaklaşık 30 seneyi aşkın yürütürken, vucudu bu yükü kaldıramamış hastaneye bakımı için bir müddet yatırılmıştı. Çok önemli değil şeker düzenlemesi yapılacak diyordu. Biz böyle biliyorduk. Sabah akşam yanında olmak için oradaydım. Çizgili pijamaları o güleç yüzü altında beni görünce parlayan o zeki bakışları arkamda koca bir dağ olduğunu farkettiriyordu bana. Oysa kristal kalbi çok yorulmuş, minik krizler atlatmış saklamıştı benden. Babamı her gördüğümde içimi gurur ve güven kaplar koca kız küçücük bir kalbe dönüşür hep şımarırdım ona. Bilirdim hiç yıkılmaz o. Baba kız aşkı bu olsa gerekti derdim içimden. Yatışının üç gün sonrası sabah gitmiş akşam hastaneye uğramak üzere kendi işlerimden sonra istediği meyveleri koluma takmış akşam 20 00 suları varmıştım yanına. O güzel gülümsemesiyle bekliyordu beni. Elini tuttum. Birden yorulduğunu söyledi ve uzandı bir daha açamadı gözlerini. Arkamdaki duvar yıkılmış, sol yanım koparılmış eksik kalmıştım. Doktorlar ne onu geri getirdi. Ne beni teskin edebildi.
Yine haziran ayı ve üçüncü haftası pazarı Babalar günü. Varken de, yokken de benim en değerli insanımı hasretle, sevgiyle anarım.
BABA DEDİĞİN
SIĞINACAK LİMAN
DAYANACAK KAPIDIR
GİDİŞİNDE ANLARSIN
DÜNYA BOŞ BİR ALANDIR
Yazarınız Selhan Özdemir
Yorum Yazın