Bakırköy denilince çoklarının aklına ilk çağrışımda … Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi gelir… Ama Bakırköy öyle değildir Kenan Pars’tan, Tarık Akan’a kadar beyazperdemize damgasını vuran çok sanatçıyı yetiştirmiş modern bir ilçemizdir…
Ben zaman zaman giderim Bakırköy’e…. Bazende akıl hastanesine oradaki toplum tarafından “Deli” damgası vurulmuş, örselenmiş o insanları… İnsan oldukları için ziyaret ederim. İşte günlerden hangisiydi bilemiyorum yine gitmiş, Rodin’in ünlü Düşünen Adam heykelinin önünde park kanepesinde otururken aklıma uzun yıllar önce bu hastanede yatmış R.G.Ö adlı hastanın şiiri geldi;
“Bakırköy’den gidiyorum, yolcuyum artık!
Şu benim (pijamalar)ı dür yavaş yavaş!
Doktor bey! bitti bak benim de cezâm!
Taburcu kâğıdı mı ver yavaş yavaş!”
(Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesi 24/A servisinden R.G.Ö”
Gerçek olan şu ki uzmanlar hepimize psikolojik test uygulasalar, hepimizde birşeyler çıkar aslında sendeki akıl, uçuk isteklerini sınırladığı için deliremiyorsun da….”Ha delirdim, ha deliriyorum” demekle olmuyor bu. O duruma gelen gider belki de tenhalarda halay çeker kim bilir? Hem bu pahalılıkta, sistem desen ona keza, onu bunu düşünüp yarı akıllı geçinmektense sal gitsin!
Hem hangi dine mensup olursan ol, onların hiç biri delirmeye ilahi bir ceza olarak bakmıyor. Zaten ortaçağda tanrının yerini akıl ve mantık alıp yayılınca, delilik itibarını kaybetti gibi bir şey.
Rasyonel davranışlar abartılıp yüceltildiğinden arada bir delirmekten de korkar olduk. Oysa mutlak bir özgürlüktür delilik! Hiç olmazsa arada bir herkesin çocukluğuna dönüp onu yaşaması gerek!
Süreklilik arz ederek, dengeli gözükmek adına kendini yırtıp geren, bu yüzden mutlu olamayan insanlar tanıyorum..
İşte, şu Avrupalı dediğin de tatile çıktığında bu yüzden dağıtıyor kendini. O Sultanahmet’de fellik fellik gezenleri kendi ülkelerinde gidip de bir görsen. Her biri süt dökmüş kedi gibi sakin ama nereden bakarsan bak, gene de gergin…
O dâhi dediğimiz Mozart bile, davet edildiği sarayda kafaya taktığı bir kadının peşinden öyle bir koşar ki, nefes nefese…Tam kendinden geçmiş bir vaziyetteyken, kral şaşkınlıkla yakalar onu, gocunmaz Mozart, şöyle söyler;
-Ben bayağı bildiğiniz her insan gibi basit biriyim insanım hem, şu an delirdim ama çalışmalarım bayağı ve basit değildir..
Geçmiş, deliliklerle doluyken kaç kişi bunu fark etmek ister bilmiyorum…
Farabi, mutluluk teorisini kaleme aldığı dönemlerde mutsuzdu, şimdi burada “sanatçı olmak için çıldırmak lâzım” demiyorum ama bir sanatkâr da delirebilir. Van Gogh’un kulağını kesmesi de bunun bir delilidir.
Peki, nedir delilik?
Bel bağladığı son ümidini kaybetmek mi acaba? Her şeyin farkında olmayı taşıyamamanın bir sonucu mu yoksa? Tanrının hesap sormayacağını vaat ettiği bu deliler onun ajanı mı?
Bildiğim tek şey, delilik bir ayrıcalıktır çünkü onlar dayatılan düzene uymamayı akli melekelerini senin istediğin gibi kullanmayı kaybedip veya reddedip iptal ettikleridir…
Kim bilir?
Eğer delilik, var olan bir zekânın yok oluşuysa tam olarak katılmıyorum buna. Bu bir deliye deliliği tarif etmek kadar saçma!
“Veronica ölmek istiyor” isimli kitabı okumuş olmanızı isterdim. Kız, ölmek istiyor artık, hayattan bıkmış ve kendini akıl hastanesinde bulup, yaşamanın zevkini fark ederek, deli olmadığını orada anlıyor.
Vay anasına!
Baksanıza; kurallar ne kadar sıkıcı. Kuşatıldığımız her şey bizi oyalamaktan ibaret. Hayat, açık ve net bir bekleme salonu.
Ya otobüs beklersin ya tren. Ya imtihan sonuçlarını bekleyip gerilirsin, ya başbakanın değişeceğini….Sen yeni gelen bir sistemin neler getireceğini beklerken, diğeri yağmur duasına çıkıp yağış bekler. Kimi çocuğunun büyümesini….Hep aynı rutin, aynı şeyler.
Kâinatta herkesin daim olarak bir şeyler beklediğini anladık da, ucunda ölüm var deyip kestirip atmayacağız elbet. Demek ki önemli olan beklerken ne yaptığın, o yaptıklarının seni nereye götürdüğü…
Ne var ki delilik kabul etmiyor bunu, onlar ebedi özgürlüğü seçmiş, mutluluğu yaşarken, senin de ne kadar zeki veya ne kadar deli olduğun hiç fark etmez, son durak belli;
Topraktan geldin, toprağa döneceksin!
Konu delilik olunca yazılacak, konuşulacak o kadar çok şey varki…
Ben bunları düşünürken karşımdaki kanepede oturan mavi çizgili pijamalı hasta bir gencin beni izlediği dikkatimi çekti, gittim yanına…
-Geçmiş olsun…
-Sağol ablam bir sigaran varmı
-Yok ben sigara içmem…
-Para verde alayım ablam…
Çantamı karıştırdım, bir miktar para verdim… Benimle çok dikkatli ve mantıklı konuşuyordu dışarıda karşılaşsam hasta diyemezdim ama yüzüne biraz dikkatlice bakınca anladım hasta olduğunu… Sakallarını traş ederken kaşlarınıda traş etmişti!
Neyse haftaya başka konuda buluşmak üzere kalın sağlacakla…
SEÇİL ESKİOĞLU
Gazeteci & Yazar
Yorum Yazın