Hava çok güzeldi ve ben sahile inip bir kahve içmek istedim.
Sakindi ortalık, hava çok güzel olmasına rağmen.
Çay ve kahve fiyatlarında artış olunca o eski yoğunluk yok tabii çay bahçelerinde ve kafelerde.
Radyoda eski şarkılar çalıyordu:
Müzeyyen Senar
Hamiyet Yüceses
Hafız Burhan
Abdullah Yüce
Bayağı bir uzaklara götürdü beni. Annemden dedeme kadar…
Anılar beni alıp dağlara kadar çıkardı, dans ede ede…
Pisi pisi babetlerim, tütülü kabarık şifon ve beyaz elbisem, beli kocaman fiyonklu.
Dağlarda Reyhan’la dans ettik.
Tanır mısınız Reyhan’ı?
Hani şu meşhur Dağlar Kızı Reyhan’ı…
Duyar gibiyim: “Eveeeet!”
Peki ya, kıpır kıpır şarkının altında yatan dramı biliyor musunuz?
Çocukken rahmetli dedemden duymuştum öyküsünü.
Çok acı bir dram.
Pek çoğumuz filmini izlemişizdir. Hatta çok ağlayanlarımız olmuştur.
Dağlar Kızı Reyhan Reyhan,
Analar kuzusu Reyhan Reyhan,
Oldum sana hayran hayran,
Âlem sana hayran hayran…
Tarihler 1960 yılını gösterirken Dağlar Kızı Reyhan tüm Türkiye’yi kasıp kavurur.
Kamuran Akkor’un 1960 sonlarında söylediği bu türkü, sonrasında adını Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı, başrolünü Kartal Tibet ve Filiz Akın’ın paylaştığı bir filme de verir.
Sinemalarda izlemek başka bir heyecan katmıştı bu filmi çocukken.
Daha sonra siyah-beyaz televizyonda izledik…
Hâlâ aklımızda; heyecanlı, hareketli şarkısı takılı kalmıştır keyifle dinlediğimiz.
Bir o kadar da hikâyesi yüreğimizi burkmuştur.
Efsaneye göre, Mart 1918 soykırımı günlerinde Reyhan adlı bir güzel kızın düğünü vardır.
Tam düğün gününde, hayat yoldaşı seçtiği erkek Ermeniler tarafından öldürülür.
Reyhan, kendini kurtarmak için tuvalete gider, kendini dışkı ile kaplayarak saklanır.
Kaçmayı başaran Reyhan, daha sonra eşinin intikamını almak için silahlı bir çete toplayarak Ermenileri Guba’da, Gelinkaya adında bir yerde kıstırır.
Artık dağların kızı Reyhan olarak anılmaya başlar.
Yıllarca dağlarda gezer.
Tarihler 1928’i gösterdiğinde, ona “anti-Sovyet” damgası vurulur.
Yakalanır ve tutuklanır.
Kurşuna dizilmek için hücresinde beklerken, Mircafer Bağırov gücünü kullanarak onu savunur ve hayatını kurtarır.
Adı ve soyadı değiştirilir.
Reyhan ismini aldıktan sonra bir Kırım manastırına yerleştirilir ve orada ölür.
Ne çok ağlamış, günlerce yas tutmuştum filmden sonra…
Benim için Reyhan’nın bir başka hikayesi daha vardı.
Dağlar Kızı Reyhan değildi belki ama…
Mahallemizin güzel kızı Reyhan’dı o…
Ben küçücük bir kız çocuktum; yaramaz ve çöpçatandım.
Mahallemizdeki sevgililerin mektuplarını taşırdım hep.
Gidiş-geliş 2 lira alırdım karşılığında ve ticaret hayatıma böylece başlamış oldum farkında olmadan.
Reyhan Abla ve Ali Abi birbirlerini çok seviyorlardı.
Ali Abi, ayakkabıcı çırağıydı; dayımın yanında çalışan, çok yakışıklı, kimsesiz bir gençti.
Reyhan Abla ise çok zengindi, babası varlıklıydı.
Ancak Reyhan Abla ile Ali Abi’nin evlenmesine şiddetle karşı çıktılar.
Buluşmalarına asla izin vermediler.
Aralarındaki tek gizli tünel bendim!
Haberleri ben uçuruyordum.
Reyhan Abla ve Ali Abi’nin aşk mektuplarını götürüp getiriyordum.
Aralarını ben yapıyordum, bacak kadar boyumla!
Büyükelçilik gibi çalışıyordum vallahi…
Reyhan Abla kızıl kıvırcık saçlı, boncuk mavisi gözlü, tatlı ve sevecen gülüşleriyle mahallemizin en güzel kızlarından biriydi.
Ali Abi çok yakışıklıydı.
Ona mahallece “Ayhan Işık” lakabını takmıştık.
Ne yaptıysalar, ikna edemediler büyüklerini.
Reyhan Abla’nın babası zorla nişanladı onu başka biriyle.
Dayanamadı ve intihar etti.
Oysa mahallece akşamüstü, Dağlar Kızı Reyhan filmini izlemek için sinemaya gitmiştik.
O akşam, biraz da olsa mahallemizin güzel kızı Reyhan’ın hikâyesinden bir kesit izleyeceğimizi kim bilebilirdi ki?
İki ayrı Reyhan, iki ayrı hikâye.
Radyodaki şarkı beni nerelere götürmüştü.
Memleket meselesi gibi bir şeydi sanki…
İşin içinden çıkamıyordum.
Gönül işi, memleket işleri aynıdır.
Sevda yüklüdür.
Bayrak çakılır gönüllere.
Gönülden gönüle akıp gittim sahilde.
Bugün de böyle olsun, magazin takılayım dedim.
Sizleri de sürükledim Reyhan’ların dramına…
Şarkısı çok hoş ama; oynak, kıpır kıpır…
İçindeki dramla hiç ilgisi yok!
Neden acaba, hiç düşündünüz mü?
Neyse…
Bir hoş bir *“seda”*ydı benimkisi.
Peki ya sizin hikâyeniz ne?
Mutlu kalın…
MİNE DEV
GAZETECİ - YAZAR
Yorum Yazın