İnsan bu, neler neler görür, neler neler yaşar, kontrolümüz de olan, vakıf olduklarımızı, irademiz dâhilinde yaşadıklarımızı, bilerek, isteyerek yaşarız ki sorun yoktur. İnsan bu, zaafları vardır, olduğundan farklı, sahip olmadıklarına sahipmiş gibi, bilmediklerini biliyormuş gibi, yetenekli olmadıklarına da yapıyormuş gibi davranır ve söylerse, güven kaybı gibi kendi sonunu da hazırlayabilir. Tarihimizde yaşanmış bir realiteyi, gerçek bir hikâyeyi yazıma kattım, önemli bir yaşanmışlık ve basit gibi görüne bir saklama, okuryazar değilim diyebilme gerçeğini saklı tutma, gizleme, bakın insanın ölümüne dahi sebep. Günümüz de eşleştirme yapmak, kıstas oluşturup kendi halimize ya da gerçeklere sırtını dönmüş tanıdıklarımıza muazzam bir örnek.
..
"Lale Devri'ni Bitiren Ayaklanma" olarak bilinen isyanın lideri Patrona Halil, bir gün halka konuşurken fedailerinden biri kendisine bir kâğıt uzatıyor. Patrona Halil kâğıda göz ucuyla baktıktan sonra cebine koyuyor. Kâğıtta "Saraya gitme! Seni öldürmek için tuzak kurdular!" yazmaktadır.
"Patrona" lakaplı Halil, disiplinsiz davranışları nedeniyle yeniçerilikten atılmış, daha önce Nis ve Vidin’de çıkan yeniçeri ayaklanmalarına katılarak idam cezası almış, bir şekilde idamdan kurtulmuş, Kapalıçarşı’da hamamda tellaklık yapmak da dahil pek çok işte çalışmış, üç kağıtçı, dolandırıcı, ancak 'bitirim' biridir. İstanbul meyhanelerinin de müdavimidir ve isyan arkadaşlarını oralarda bulmuş ve örgütlemiştir.
İsyancılar 28 Eylül 1730 günü "Şeriat isteriz" diye bağırarak üç koldan şehirde yürüyüşe geçtiler. Kısa sürede isyan büyüdü.
Bu isyanın nedeni olarak Lâle devri eğlenceleri ve israflar gösterilse de asıl nedeni, imparatorlukta ilk kez seküler yeniliklerin yapılmaya başlanmasıdır.
İsyancılar Padişahtan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Donanma Kumandanı Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa ve Şeyhülislam Abdullah Efendinin de aralarında bulunduğu 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediler.
Padişah III.Ahmet, katli istenen devlet adamlarını görevden aldı ve yerlerine yeni tayinler yaptı. Ancak bu isyancılar için yeterli değildi. Padişah bunun üzerine isyancıların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı ve bu kişileri boğdurarak cesetlerini öküz arabaları ile at meydanına gönderdi. Şeyhülislam’ın katlinin caiz olmadığı yönünde fetva verildiği için yalnızca o kurtuldu.
III.Ahmet isyanı sonlandırmak için tüm isteklerini karşılasa da isyancılar kısa süre sonra asıl niyetlerini ortaya koyarak III.Ahmet tahttan çekilmezse öldürüleceğini bildirdiler.
III.Ahmet isyanın dördüncü günü kardeşi Mustafa’nın oğlu Şehzade Mahmud’a saltanatı bıraktı. 2 Ekim 1730 günü yeni padişahın cülus töreni yapıldı.
Sultan I.Mahmud, Patrona Halil’i Rumeli Beylerbeyliğine tayin ettiğini bildirerek Hil’at giymesi için 25 Kasım 1730’da Topkapı Saray’ına davet etti. Revan Köşkünde padişahı bekleyen Patrona Halil Yeniçerilerin saldırısı ile öldürüldü. Sonrasında dışarıda bekleyen yandaşları, fedaileri de birer ikişer içeri alındı ve hepsi öldürüldü. Böylece isyancılar ortadan kaldırıldı, devlet otoritesi yeniden tesis edildi.
Patrona Halil'in öldürüleceğini bile bile saraya gitmesinin nedeni, aslında öldürüleceğini bilmemesi. Çünkü Patrona Halil okuma yazma bilmiyor ve daha da ilginci, okuma yazma bilmediğini destekçilerinden de saklıyor. Konuşma yaptığı sırada okumuş gibi yapıp kâğıdı cebine koyma nedeni ise kendince oluşturduğu "karizma"sını çizdirmek istememesi.
"Cehalet gelirken bedava gelir, giderken her şeyi götürür." der Anooshirvan Miandji.
Bazen de cahilliğin bedeli ağır olur, cahilin başını götürür.
..
Yazımın teması, konusu tarihimizde yaşananlar değil, farkındasınız. Dikkat çekmeye çalıştığım, vurgu yapıp altını çizdiğim, olduğundan farklı görünme davranışı, silsilesi. Yüzme bilmiyorsam bilmiyorum dememden daha doğal ne olabilir ki, olası bir durum da bu yalanım da “Patrona Halil” gibi ölümüme, boğulmama zemin oluşturmaz mı? Sahip olduğum hastalıklar, kendime ait korkularım, yapmaktan ya da olmamasından rahatsızlık duyduklarım, olası yaşayabileceğim krizler, nöbetler, baygınlıklar, geçici duyu kayıpları gibi çokça özelliğimizi özellikle hayatımızı paylaştığımız insanlara, iş ya da sosyal çevremizde ki bir arada olduklarımıza söyleyip anlatmak, izahını yapmak, önemliliğin daha da üzerinde mecburiyetimizdir.
Mir Murat Demir
Yorum Yazın