“Artık gidiyorum,
Beni uğurlayın kardeşlerim!
Hepinize eğilerek, ayrılıyorum.
İşte kapımın anahtarlarını geri veriyor ve evim,
Üzerindeki bütün haklarımı bırakıyorum.
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum.
Uzun zaman komşuluk ettik ama verebildiğimden çok aldım.
Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü,
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım.
Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin, arkadaşlarım!
Şafağın sökmesiyle gökyüzü aydınlandı, benim yolum güzel bir manzara arzediyor
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın,
Seyahatime boş eller ve ümit eden bir kalple çıkıyorum.
RABINDRANATH TAGORE “
Rahmetli Bülent Ecevit’in Türkçeye çevirip, eşsiz bir ses tonuyla kasete okuduğu Hindistanlı ünlü şair ve yaşar Rabindranath Thogorenin muhteşem şiirini dinleyince sevdiklerimiz bir film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden ve iki damla gözyaşı akıp toprağa karışıyordu
ÖLÜM..
Ne kadar acı birşey adı bile soğuk, ürperticİ,
Karacaahmet mezarlığına bir yakınımı ziyarete gitmiştim, mezarlıklar arasında dolaşırken, bir mezartaşı dikkatimi çekti, çok genç yaşta kaybedildiği anlaşılan bir genç kızın ardından yazılmıştı.
“Doyamadan aşkına bıraktın gittin bizi,
Cehenneme çevirdin kül ettiğin içimizi,
Yattığın yer Nur, Makamın Cennet olsun.
Aşkın sevgin her zaman kalbimizi doldursun.“
Kimdir nedir bilmiyordum, ama adından soyadından ve doğum ölüm tarihlerine baktığımdan 28 yaşında gencecik bir kızımızın yattığı belliydi.
Kimse olmak istemezdi onun anne ve babası, yada ne bileyim biricik aşkı veya kocası.
Acı hemde çok acı.
Yahya Kemal’de demiş ya
“Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol”
Ne zaman Karacaahmete yolum düşse, hep bu talihsiz kızcağız gelir aklıma, gözümden iki damla yaş düşüverir toprağa ;
Ölüme değil de, yaşama dair bir tabloyu seyrediliyorum artık.
Geriye kalan ömre dair eskizleri
Oysa mezarlıklarımızda bambaşka bir hava estirilir.
İnsana yaşamı değil, ölümü hatırlatmak ister her şey. Sadece imamın, hocanın kelimeleri değil...
Musalla taşının ayazından başlar, “Sen de öleceksin” uyarısı.
Ve mezar taşlarında sürer, hatta dizelenir:…
“Ey yolcu dur
Ben de senin gibiydim
Sen de benim gibi olacaksın .
Refahı kara toprakta bulacaksın
Ömür hem bir yargılama, hem de bazen ertelenen ceza gibi sunulur insanın önüne.
Bütün bu atmosferde akan gözyaşları sadece ölenle değil, İnsanın kendi ya da yaşayan çok yakınlarının ölümünün tasavvufuyla da içiçe geçer.
Her şeye, her yere baktığımızda onu hatırlarız, soframıza koyduğumuz bir tabakta bile onun parmak izi vardır,
O acıyı bertaraf etmek için, çok yakınlarımız, sevdiklerimiz özellikle çocukken hiç ölmeyecekmiş gibi gelir bize.
Evet öleceklerini biliriz ama yine de öyle düşünürüz.
“Henüz değil, henüz değil” deriz, çok özel, mahrem bir duayı mırıldanır gibi.
Ölümün mutlaklığını, flulaştırmak, ötelemek isteriz.
Yoksa zordur her an ölümü düşünerek yaşamak.
Ölümle aramıza bir mesafe, bir buzlu cam koyarız.
Avunuruz, elden geldiğince.
Ama gün gelir, aniden bir ölüm gelir.
Ve düşer yolu insanın yeniden mezarlıklara...
O gitmiştir, sen kalacaksındır bir süre daha.
Zincirlikuyu mezarlığına gidenler görmüşlerdir, giriş kapısının üstünde
Âl-i İmrân suresinin 185. Ayeti yazar
“Her nefis(Canlı) ölümü tadacaktır.”
Evet bende birgün bu dünyadan gideceğim, ama bu yazılar kalacak sizlere işte o zaman Baki’nin ünlü şiiri kulaklarımızda tınlayacaktır..
“Baki kalan , hoş kubbede bir seda bırakabilmek”
Çokta doğru bu dünyada hatırlanacak ne kadar eser bırakırsak o eserlerle anılacağız, aynen
Yahya Kemal Beyatlının “Sessiz Gemisi “ gibi, Büyük şair çoktan aramızdan ayrıldı ama şiiri hala kulaklarımızda…
Bugünde köşemizin sonuna geldik. Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere.
Mutluluk ve sevgiyle kalın değerli okurlarım.
CELAL KODAMANOĞLU
Habercaddesi Genel Yayın Koordinatörü
Yorum Yazın