İşi ehlinden öğrenmek için Trabzon merkezde bulunan bedestene gittim. Küçük dükkânlar arasında bulunan bir atölye gördüm. İçeri girdim. Kısa bir selamlamanın ardından üç tane kadının özenle işledikleri bu motifleri sordum. Çekinerek yüzüme kaçamak gözlerle bakan kadınlar arasında Derya hanım hemen söze girdi ‘Biz Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı aynı zamanda Aile Ve Sosyal Politikalar Trabzon il müdürlüğünün ortaya çıkardığı bir projenin dört girişimcisiyiz. Hasır ve kazaziyeyi önce Türkiye’ye sonra dünyaya tanıtma amacındayız. Bu atölyede yeni takılar ve aksesuarlar üreterek toptan satışa sunuyoruz. İlk olarak kursa on sekiz kişi başladık şimdi dört yıldır mesleğimizi icra ediyoruz. Dediğim gibi amaç yurt dışında da kazaziyeyi tanıtmak. Geçtiğimiz ay Moskova’da bir el sanatları sergisine katıldık. Yine geçtiğimiz aylarda Berlin’de başka bir sergiye katıldık. Orada aldığımız tepki işimize olan sevgimizi daha arttırdı. İnsanlar bu örgü tekniğinin nasıl elle örülerek ortaya çıktığını sordular. Birçok fotoğraf çektiler diyor, bir yandan eline aldığı tesbihi özenle ince ince işliyor, işlerken gözbebekleri bir büyüyüp bir küçülüyor. Gümüş ipliği bir aşağı bir yukarı çekip ilmek atar gibi dokuyor. Ellerine bakıyorum bu el emeği göz nurunu işlemekten parmak uçları hep iğne batıklarıyla dolu. Konuşurken gözlerini işlediği kazaziyeden ayırmaması yüzündeki hafif gülümsemeye bakılacak olunursa işini gerçekten severek yapıyor. Derya hanım söze devam ediyor ‘ev hanımıyken başarılı işlerde bulunmak çok gurur verici oldu. Kazaziyelere bakınca bu ilginç ama bir o kadar güzel takıların nasıl ortaya çıktığına akıl erdiremezsiniz. Tamamen farklı örgü teknikleri kullanılarak el örmesi bu sanat abidesini gururla yaşatıyoruz. Derken ben de kendimi bir kazaziye bilekliği incelerken buldum. İç içe geçmiş ince ince büyük bir özenle işlemiş belki de birkaç gün sürmüş, ustasını uykusuz bırakmış, zinciri balıksırtı örgü tekniği ile örülmüş, ilk olarak gümüşün eşsiz parıltısı ve sadeliği gözüme çarptı. Ortasında kocaman bir çiçek oluşturulmuş oldukça kibar kazaziyeden bir bileklik. Gözümün önünde asırlar öncesi canlanıyor bu tarihi bedesten içinde hâlâ Osmanlıdan izler var. Osmanlı kadınlarının ilgi gösterdiği her biri farklı bir değer farklı bir iz taşıyan sanatı yaşatma çabası var. Yok olmaya yüz tutmuş olsaydı ne olacaktı? Tozlu raflara kaldırılıp bir daha hiç açılmayan gizli saklı arşivler arasında bir zamanlar yaşamış bir sanat olarak kalacaktı. Şimdilerde baharda açan çiçekler gibi yeni yetişen bir genç kız gibi kazaziye. Naif bir şekilde işlenerek özenle ve sevgiyle yeniden büyütülüyor. Bir genç kız gibi narin, rast gele dokunursa sanattaki incelik ortaya çıkmıyor. Zaten sevgi verilerek yapılan her iş güzel değil midir ? Gelenlerin bin bir türlü hayretle incelediği özellikle yabancı turistlerin aşırı ilgi gösterdiği bir sanat olmuş şimdilerde kazaziye…
Uzaktan şöyle bir bakınca kazaziye aksesuarlarına hepsinin ayrı bir hikâyesi var gibi. Çiçekli motifler baharı çağrıştırıyor. Biraz daha iç içe geçmiş motifler karmaşıklığı anlatıyor. Daha düz olanlar sadeliğin sakinliğin temsilcisi sanki. Kazaziye ustaları adeta bir ressamı çağrıştırıyor. Ressam nasıl tuvale fırçayı vurunca duygularını yansıtıyorsa kazaz da hislerini döküyor bu sanata. Az önce atölyeye girdiğimde çekingen tavırlarıyla dikkatimi çeken Emine Hanım aniden söze giriyor. İsterseniz ben de size kazaziyenin tarihinden bahsedeyim. Diyor elindeki kazaziye bilekliğin çiçek kısmını özenle gözlerine kâh yakınlaştırıp kâh uzaklaştırıp gözlerini bir kısıp bir açarak işliyor, işleyip bir yandan konuşmaya başlıyor. ‘ Kazaziye ilk olarak M.Ö 2500 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkan bir sanattır. Lidyalılar tarafından bir denizatı figürünün ayak kısımlarında balıksırtı dediğimiz örgü tekniğine rastlanmıştır. Çok net bir bilgi olmamasına rağmen bu şekilde bilinir. Derken bu sanat Osmanlıya kadar süregelmiştir. Osmanlıda kaftan süsleme sanatı olarak bilinir. Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethinden sonra kazaziye Osmanlıya girmiştir. Ayrıca Trabzon’da doğan Kanuni Sultan Süleyman’ında iyi bir kazaz olduğu bilinir. Osmanlıda kaftandan sonra kamçı yani tesbih başlığı, kolyeler, küpeler, süs amaçlı yapılan ayakkabılar görücüye çıkarılıyor. Emine hanım kazaziyenin tarihini anlatırken fotoğraf çekmek için ayağa kalkıyorum. Küçük bir oda niteliğindeki atölyenin bir köşesine eski el örmesi kırlentler dizilmiş. Belki de biraz yöresellik katmak adına. Ortada küçük bir masa basanın başında üç kadın ellerinde gümüşten kazaziye harıl harıl çalışıyorlar. Masanın üzeri oldukça dağınık iğneler, teller, yarım kalmış bitirilmiş kolyeler, küpeler. Bana aldırış etmeden herkes kendi işine ara vermeden devam ediyor. Küçük bir camekân çarpıyor gözüme içi kazaziyeden yapılan bilekliklerle dolu. Osmanlıda ağırlıklı olarak erkeklerin icra ettiği bu sanat şimdilerde Trabzon’da dört emektar kadının elinde can buluyor. 24 ayar saf altın veya 1000 ayar saf gümüş 0.08 mikron kalınlığında çok ince tel haline getirilir. İpek iplik üzerine özenle sıkıca sarılarak belli bir esnekliğe ulaşması sağlanır. İşte hazırlanan telden farklı örgü teknikleri kullanılarak çeşitli aksesuarlar üretilir. Tabi ki bu motifleri oluşturmak için iyi bir göz sağlığı gerekiyor. Atölyede çalışan kadınlara bakınca aslında kazaz olmanın hiç de kolay olmadığını anlamak mümkün. Kazaziye sanatını modern bir şekilde eski bir bedesten içinde küçük bir atolyede devam ettiren bu hoş sohpetli kadınları Trabzon’a yolu düşen herkesin ziyaret etmesi gerek.
Canan SÜRGİT/TRABZON
Yorum Yazın