MERHABA SEMA HANIM HABER CADDESİNE HOŞ GELDİNİZ. HERKES SİZİ “SARI ŞEKER SEMA” OLARAK TANIDI. PEKİ “SARI ŞEKER SEMA’’ NASIL ORTAYA ÇIKTI?
90'lı yıllarda birçok radyocu hep beraber bu işe başladık, aşağı yukarı aynı dönemlerde. O süreçte, çok fazla özel radyo açıldığı için herkes kendini öne çıkarmak amacıyla farklı lakaplar buluyordu. O zamanlardan kalma ve hala aynı isimle devam eden arkadaşlarımız var, biliyorsun. İşte bunlardan bazıları: Afrikalı Ali, Gönüldostu Füsun,Çokamel, Radyoların Fıstığı Meltem, Pınarating ve tabii ki Gezegen Mehmet... Herkes kendine özgü isimlerle programlar yapıyordu. Benim de program isimlerim vardı ama kendime ait bir lakabım yoktu. Sürekli bir şeyler arıyordum, kendime uygun bir isim bulmak istiyordum. İlk çalıştığım radyolarda böyle bir lakabım olmadı ama Radyo Viva’da çalıştığım dönemde işler değişti. O zamanlar Ece Erken'in programlarına sık sık konuk oluyordum. Ece beni programlarına çok davet ederdi. Tabii o zamanlar sosyal medya yoktu, Instagram gibi platformlarda görünme şansımız da bulunmuyordu. Dinleyiciler ise programı dinlerken beni fark ediyorlardı ve bana mesaj göndermeye başladılar. O dönem mesajlar, faks yoluyla gelirdi. Dinleyicilerden gelen fakslarda "Seni Ece’nin programında gördük, tam bir Sarı Şeker’sin!" gibi ifadeler yer alıyordu. Bu geri dönüşleri alınca bir anda dank etti: "Abi, bu çok güzel bir isim olabilir!" dedim. İşte böylece "Sarı Şeker Sema" doğdu. Bu ismi gerçekten çok sevdim ve 90'ların sonlarına doğru artık bu isimle anılmaya başladım.
RADYO VİVA’NİN İLK KURULDUĞU ANLARDA DİNLEYİCİLERİNİZLE BULUŞTUNUZ. SONRA UZUN BİR DÖNEM RADYO D DE PROGRAMLARINIZA DEVAM ETTİNİZ VE ŞİMDİLERDE RADYO VİVA FREKANSLARINDA DİNLEYİCİLERİNİZLE BULUŞMAYA DEVAM EDİYORSUNUZ. RADYOCULUK SERÜVENİNİZ İLK OLARAK NASIL BAŞLADI?
Özel radyolar açılmaya başladığında ben lisede, Amasya’daydım. Babam polis olduğu için orada görev yapıyordu, ben de doğal olarak Amasya’da büyüdüm. O dönemde özel radyoları dinlemeye başladım ama aslında radyoya ilgim çok daha öncesine dayanıyordu. Küçüklüğümde TRT’yi çok dinlerdim ve bu alana gönül vermiştim. Hatta TRT’nin düzenlediği yarışmalara katılıyordum. Öykü yazma yarışmasında derece almıştım. Bunun yanı sıra şarkı yarışmalarına da katılırdım—şarkı söyleme yarışmaları değil, ipuçlarından şarkıları bilmeye dayalı yarışmalardı bunlar. Telefonla arayıp şarkıyı tahmin etmeye çalışırdım. Derken özel radyolar yayına başlayınca, bu dünyaya daha da yakın hissetmeye başladım. O dönemde Best FM’de yayın yapan Hakan Gündüz’ü büyük bir hayranlıkla dinliyordum. O kadar etkilenmiştim ki, daha lisedeyken Amasya’daki yerel radyo ve televizyonlara gidip gelmeye başladım. Bu işi öğrenmek, tecrübe kazanmak istiyordum. Ancak biliyordum ki, bu meslekte ilerlemek için İstanbul’a gitmem gerekiyordu. İstanbul’a gidebilmenin en mantıklı yolu ise üniversite kazanmaktı. Bu yüzden İstanbul Üniversitesi Turizm İşletmeciliği bölümünü kazandım ve 1996 yılında İstanbul’a geldim. Şehre adım atar atmaz, hızla radyo aramaya başladım. Ancak İstanbul’da kimseyi tanımıyordum. Tesadüfler sonucu Radyo 24 isimli bir yerel radyoda çalışmaya başladım. Bir süre orada deneyim kazandıktan sonra başka bir radyoya geçtim. Ama aklımda hep şu vardı: Bu işi ulusal düzeye taşımam lazım. Hayranı olduğum Hakan Gündüz’ün kapısını çalmaya karar verdim. Gittim ve "Ben sizin yanınızda bu işi öğrenmek istiyorum," dedim. Aslında birkaç yıldır radyoculuk yapıyordum ama ondan öğrenmek istediğim çok şey vardı. Pratik zekası, canlı yayındaki enerjisi, hazır cevaplılığı beni büyülüyordu. O dönem onunla birlikte çalışmaya başladım—önce stajyer olarak. O yıllarda yanlarında çok şey öğrendiğim isimlerden biri de rahmetli Levent Ünsal’dı. Kendisi hem tiyatrocu hem de radyocuydu. Ayrıca Melih Ekener, yani Abuzer karakteriyle tanınan isim, ve Melon Şapka'da benim hayatımda çok önemli bir yere sahiptir. Onlarla birlikte birçok program yaptık ve radyoculuğun inceliklerini öğrendim. Radyoculuk serüvenim, önce yerel radyolarda başladı, ardından ustaların yanında kendimi geliştirdim. Sonrasında ulusal radyolarda birçok farklı formatta programlar yaptım: konuk programları, diyet programları, hayvanlarla ilgili içerikler ve daha birçok farklı konuda yayınlar... Şimdiye kadar çok çeşitli programlar yaptım ve hala devam ediyorum. Umarım uzun yıllar boyunca mikrofon başında olmaya devam ederim.
ÜNLÜLERLE İLGİLİ YORUM YAPTIĞINIZDA TARTIŞMA YAŞADIĞINIZ ANLAR HİÇ OLDU MU. BENİM HATIRLADIĞIM BİR DÖNEM SEREN SERENGİL’İN BEYAZ SHOWDA GİYDİĞİ KIYAFETİ ELEŞTİREREK BİR TARTIŞMA KONUSU BAŞLAMIŞTI.PEKİ BAŞKA VAR MI?
Açıkçası, Seren Serengil ile hiç yüz yüze tanışmadım veya karşılaşmadım. Yıllar önce, Beyaz Show'a katıldığı bir programda giydiği kıyafetin vücut yapısına pek uymadığını fark etmiştik. O sırada, rahmetli Metin Arolat, Işın Karaca ve ben Twitter’da kendi aramızda bu konuyla ilgili esprili bir sohbet döndürüyorduk. Sonrasında, Seren Serengil bu paylaşımları görmüş ve benim hakkımda bazı şeyler yazmış. Bu durum, gazetelere haber olarak yansımıştı. Ben de Twitter’dan kendisine bir yanıt vermiştim. Bunun dışında, aramızda karşılıklı bir tartışma veya doğrudan bir iletişim olmadı. Programıma konuk olan hiç kimseyle tartışma yaşamadım. Sonuçta onlar benim misafirim ve ben her zaman bir ev sahibi olarak nezaketimi korurum. Konuklarımı elimden geldiğince en iyi şekilde ağırlamaya özen gösteririm. Zaten yıllardır birçok radyo istasyonundan konuk programı yapmam için teklifler aldım. Genelde bu tür programlar yapmam istenirdi ve konuklarımla ilgili hiçbir problem yaşamadım. Bunun tek istisnası, radyoda Fatih Erkoç’un bir şarkısına yapılan bir remiksi eleştirdiğimde yaşandı. O dönemde şarkının yapımcısı olan Ercan Saatçi beni arayarak, "Ticari olarak yapılan bir şeyi nasıl eleştirirsiniz?" gibi bir yorumda bulunmuştu. Aramızda böyle bir konuşma geçmişti ama olay medyaya yansımadı. Oysa ki film eleştirmenliği bir meslek, müzik eleştirmenliği bir meslek. Hatta gurme isimler bile restoranlar ve yemekler hakkında eleştiriler yaparak profesyonel bir alan oluşturuyorlar. Ben de radyoda yıllarca program yapmış birisi olarak, tecrübelerime dayanarak bir yorum yapmıştım. Sonuç olarak, Ercan Saatçi ile bu konuda bir diyalog yaşadık ama yüz yüze bir tanışıklığımız olmadı. Şunu da özellikle belirtmek isterim ki, programıma konuk olan hiçbir ismi rencide edecek bir durum oluşturmadım. Onlar benim her zaman misafirim ve baş tacımdır.
RADYOCULUĞUN DIŞINDA BUGÜNE KADAR SİZİ EKO TV MÜZİK KANALINDA VJ OLARAK İZLEDİK. SONRASINDA SIRASIYLA ATV, STAR, CİNE 5, KANAL 1 VE TRT MÜZİK EKRANLARINDA DA ÇEŞİTLİ PROGRAMLARDA SİZİ İZLEDİK. PEKİ TELEVİZYON SEKTÖRÜNDE DEVAM ETMEYİ HİÇ DÜŞÜNMEDİNİZ Mİ VE TEKRAR YER ALMAYI DÜŞÜNÜRMÜSÜNÜZ?
Bu arada, burada bir parantez açmak istiyorum. sanırım bunları benim önceki röportajlarımdan veya CV’lerimden gördünüz. Çünkü yazdıklarınızın dışında, sonrasında Bloomberg HT ve CNN Türk’te de programlar yaptım. Benim esas mesleğim radyoculuk. Radyo programcısıyım ve bu mesleği her zaman öncelikli olarak gördüm. Bunun yanı sıra, zaman zaman televizyon sunuculuğu ve sahne sunuculuğu gibi ekstra işler de yaptım. Ancak bunlar hiçbir zaman radyoyu etkileyen işler olmadı. Radyoculuk benim ana işim ve diğer işler hep onunla paralel şekilde ilerledi. Sahne sunuculuğuna halen devam ediyorum; festivaller, organizasyonlar, konserler gibi birçok etkinlikte yer alıyorum. Televizyon konusunda ise net bir planım yok. Zaman ne gösterir bilemiyorum, çünkü televizyon dünyası daha farklı ve karmaşık bir alan. Ben radyoculukta kendimi daha profesyonel hissediyorum ve her zaman bu alanda yer almak istiyorum. Tabii ki televizyon da olabilir; eğer şartlar uygun olursa, radyonun yanında devam edebilir. Ama olmazsa da ille de olsun diye özel bir çaba içinde değilim.
TÜRKİYE’DEKİ RADYOCULUK VE DİNLEYİCİ KİTLESİ HAKKINDA NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
1990’lı yıllardan bu yana radyo dinleyicisi de büyük bir değişim geçirdi. Zaten Türkiye’de ve dünyada her şey sürekli değişiyor. “Değişmeyen tek şey değişimdir” derler. Dijital çağın etkisiyle, müziğe ulaşım farklı mecralara kayınca radyolar da bundan doğal olarak etkilendi. Ancak radyoyu özel kılan en önemli şey, dinleyicinin orada bir dostunun konuştuğunu hissedebilmesi. İnsanlar artık müziğe her yerden, her an ulaşabiliyor. Eğer sadece müzik dinlemek isteseler, açıp istedikleri şarkıyı dinleyebilirler. Ama bir programı beklemek, mesaj atmak, o mesajın okunmasını beklemek, hala bir şarkı istemek—işte bunlar radyoyu kıymetli kılan şeyler. Günümüzde radyo dinleyicisi daha çok 25 yaş ve üstü kişilerden oluşuyor. Gençler genellikle müziği dijital platformlardan dinlemeyi tercih ediyor. Ancak çocuklar, anne babalarıyla arabada seyahat ederken radyo dinleyerek bu kültürü tanıyorlar. Dijital gelişmelerle birlikte gelecekte neler olacağını göreceğiz ama bence bu çağda programcılarına değer veren radyolar kazanacak. Çünkü radyo sadece bir müzik kutusu değildir. Dediğim gibi, insanlar her yerden müziğe ulaşabilir. Ancak radyoyu değerli kılan, orada konuşan kişiyle kurulan bağdır. Bunu da dinleyicilerden gelen mesajlardan, telefon bağlantılarından anlıyoruz. Benim yayın yaptığım saatler genellikle trafik saatine denk geliyor. Ve bu saatlerde insanlar sadece müzik dinlemekten sıkılıyor, sohbet duymak istiyor. İşte radyonun en keyifli yanı da tam olarak bu: dinleyicilerle kurduğumuz o sıcak ve samimi iletişim.
RADYOCULUK HAYATINIZDA YAŞADIĞINIZ UNUTAMADIĞINIZ İLGİNÇ BİR ANINIZ VAR MI? BİZİMLE PAYLAŞIR MISINIZ?
30 yıllık radyo kariyerimde o kadar çok anı biriktirdim ki… Ancak bazıları var ki, hafızamda özel bir yer edindi. Bunlardan biri, 2004 yılında yaşandı. Yayındaydım ve tam anonsa girmek üzereydim. Yanımda da, benden sonra yayına girecek olan bir arkadaşım vardı. Tam reklam öncesiydi; şarkı bitmek üzere, mikrofonun potansını açıp anons yapacak ve reklama girecektim. O anda masa sallanmaya başladı. Biz programcılar bazen birbirimize şaka yaparız, o yüzden ilk anda yanımdaki arkadaşımın beni korkutmak için masayı salladığını düşündüm. Meğer o da aynı şeyi benim yaptığımı sanıyormuş! Bu birkaç saniyelik bir olaydı. Göz göze geldiğimiz anda, aslında bir deprem olduğunu fark ettik. Ama hiç panik yapmadan sessizce mikrofonun potansını kapatıp reklama girdim. Çünkü dinleyiciyi gereksiz bir paniğe sürüklemek istemedim. Önce doğru bilgiyi almak gerekiyordu. Aynı deprem sırasında, bir ulusal radyoda çalışan bir arkadaşım yayında, "İstanbul'da çok şiddetli bir deprem oldu, detaylar birazdan" şeklinde bir anons yapmış. Bu çok tehlikeli bir durum. Çünkü bu yayını Antalya'da, Gaziantep’te veya farklı bir şehirde dinleyen biri, İstanbul’da okuyan çocuğu veya burada yaşayan bir yakını için büyük bir panik yaşayabilir.
Ben ise önce haber merkezine gittim, tüm detayları öğrendim:
Depremin büyüklüğü neydi?
Merkez üssü neresi?
Can kaybı veya yıkım var mı?
Tüm bilgileri net bir şekilde aldıktan sonra yayına döndüm ve dinleyicilere sakin ve doğru bir şekilde aktardım. Yayında soğukkanlı olmak çok önemli. Panik anında dinleyiciyi de paniğe sürüklemek yerine, önce bilgiyi doğrulamak gerekiyor. Bir diğer unutulmaz olay da yine bir anons sırasında yaşandı. Mikrofonların takılı olduğu raylar vardır; konuşurken kendimize doğru çeker, işimiz bitince ileri iteriz. Yine tam anonsa gireceğim sırada, mikrofonu kendime doğru çekmemle birlikte, bulunduğu yerden kurtulup doğrudan kafama çarptı! Potans açık olduğu için, "doink" diye bir ses yayına gitti! Tabii ki anında şarkıya geçtim, ama alnım ciddi şekilde şişmişti. Mikrofonlar ağır olduğu için hemen buz koyduk. Böyle canlı yayın kazaları olabiliyor. Bunların dışında aklımda kalan çok spesifik bir olay yok ama aslında her yayınımız kendi içinde özel ve unutulmaz. Çünkü her an dinleyiciyle kurduğumuz bağ sayesinde o anı daha da anlamlı hale getiriyoruz.
RÖPORTAJIMIZA KATILARAK BİZE ZAMAN AYIRDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ. SON OLARAK HABER CADDESİ OKUYUCULARINA VE SİZİ SEVENLERE NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Röportaj teklifiniz için çok teşekkür ediyorum, sağ olun. Dinleyicilerimize bir kez daha radyoların sadece bir müzik kutusu olmadığını, aynı zamanda her zaman yanlarında olan bir dostları olduğunu hatırlatmak istiyorum. Özellikle doğal afetlerde, internetin kesildiği, televizyona erişimin olmadığı, hatta evde bile kalmanın mümkün olmadığı durumlarda, pilli bir radyo bile hayati bir haber alma aracı olabilir. Bu yüzden radyo, çok önemli bir kitle iletişim aracıdır ve hayatımızda her zaman var olmalıdır. Dijital çağda dinleyiciler farklı mecralara yönelse de radyonun değeri asla kaybolmaz. Bizi dinleyen, mesajlarıyla, aramalarıyla her zaman yanımızda olan tüm dinleyicilerimize yürekten teşekkür ediyorum. Onlar bizim için çok kıymetli, iyi ki varlar! Radyolarına her zaman sahip çıksınlar. Çünkü biz dinleyicilerimiz varsa varız. Aslında radyoculuk biraz deli işi. Bir odada tek başınıza oturup konuşuyorsunuz. Normalde bir insanın kendi kendine konuştuğunu görseniz "Deli mi acaba?" diye düşünebilirsiniz. Ama işte tam o sırada karşı taraftan bir mesaj geldiğinde, biri aradığında, sizi dinlediklerini anladığınızda işin gerçek keyfi başlıyor. Çünkü biz programlarımızı dinleyicilerimizle birlikte yapıyoruz. Onların katkıları çok büyük. Radyolarına sahip çıkmaya devam etsinler, her zaman hayatımızda olsunlar. Siz de radyoya verdiğiniz değer için teşekkür ederim.
Röportaj: Alper ERGEZ
Yorum Yazın