SUNA GÜLER, HABER CADDESİ’NE KONUŞTU…
RÖPORTAJSerap yolundaki, O Serap Kafe’de, değerli yazar Suna Güler ile buluştuk. Her zamanki dik duruşu ve heybetiyle randevumuza tam zamanında geldi. Kendisi ne kadar heyecanlıysa, ben de öyle. “Günah Kadına Yaraşır” isimli romanı Bir ay sonra ikinci baskı olarak okurlarıyla buluşacak… Yazarı ilk olarak 2014 yılında, Pr.Dr.Turgut Sesgör sebebiyle tanıdıktan sonra “Datça Serüveni” isimli kitabını bir çırpıda okuyup bitirdiğimi unutamam.. Daha sonra birkaç kez, Ecevit Kültür Merkezinde sohbetlerine katıldığım için Kendisine büyük bir saygı duyduğumu itiraf etmeliyim. … Önce Datça’ya mahsus olan bademli kahvemizi içerken, bir yandan da söyleşimize devam ettik. Bir Edebiyat dostuyla aynı masada olmanın mutluluğu bambaşka bir şey! … Söyleşimizi buraya not almadan evvel, hemen yanı başımda olan, yazarın son kitabı “Günah Kadına Yaraşır” ın arka kapağını buraya kaydetmek istiyorum. … 60’lı yıllarda bir cinayet davası…Yargı, savunma çaresiz! Ne delil var ne tanık. Kırk beş kiloluk bir kadın. “Ben yaptım” diyor, oysa bu, neredeyse olanaksız. İdam hükmüyle yargılanacak olmak bile ifadesini değiştiremiyor. Böylesi bir kararlılığın altında yatan ne? Hangi ceza idamdan daha ürkütücü olabilir? Katil damgasıyla gizlenmek istenen leke ne? Günah olan hangisi? Aşk mı, cinsellik mi? Bu düğümü okur çözecek.
VE SÖYLEŞİMİZ BAŞLIYOR.
Ropörtaj: Lâle Tschudin
-Merhaba hocam. Sizi çok iyi gördüm. Şu anda ruh olarak, olmak istediğiniz bir yer var mı? Önce bunu öğrenmek istiyorum.
-Güzel görüşün için teşekkürler. Soru çok hoşuma gitti, artık kimse birbirinin ruhsal haliyle ilgilenmiyor. Şu anda ve son dokuz yıldır tam da olmak istediğim yerdeyim; kimyama uygun bir coğrafyada yaşıyor, enerjimi çoğaltan insanlarla birlikte oluyor, sevdiğim işi yapıyorum. Daha ne olsun? Bir yerde okumuştum, kendinizi iyi hissettiğiniz yer, ruhunuzla birlikte olduğunuz yerdir; diyordu, tam da böyle duyumsuyorum.
-Yazı hayatınızın başlangıcıyla ilgili bir şeyler söyleyebilir misiniz? Sizi yazarlığa yönlendiren bir sebep, ilk yazmaya iten karar nedir?
-Sanırım düşüncelerimi ifade etmem engellendiği için yazmaya başladım. Batı Karadeniz bölgesinde, görünüşte çağdaş bir aile düzeninde büyüdüm. Sözümona çağdaştık ama kadınların söz hakkı, fikir bildirme yetkisi yoktu. Öte yandan aile şirketinin yöneticisi görünümündeydim, sorumluluk bendeydi, kocam çalışanımdı; ama onun yönlendirmesi belirliyordu kararları. Sorgulamasız projeleri onaylamak, borçlanmak, sonuçlarına katlanmak zorundaydım. Önceleri; ajandalarda, küçük not kâğıtlarında belirdi tümcelerim. Bir iki kez yakalanıp dalga geçilince; bizim hanım şair olmuş diye, gizlemeye başladım. Ta ki yalnız yaşamaya başlayıncaya kadar.
-Yazarken mutlak bir sükûnete ihtiyaç duyuyor musunuz veya yazmak için belli bazı kurallarınız var mıdır?
-Sükûnet olmazsa olmazım. Müzik bile dinlemem. Çalışma odam, evin en izole odasıdır.
Kurallar, derken; Yani, oto sansür falansa sözünü ettiğiniz, Günah Kadına Yaraşır’ı okuduğunuza göre böyle bir sınırım olmadığını biliyorsunuz. Yaşamda varsa, kâğıda düşmeli. Tepki duyduğum bir sözdür; kol kırılır yen içinde kalır. Yen içinde kalan kırık kol kangrene dönüşür tüm bedeni zehirler. Kişinin en doğal hali, tepkilerini gösterirkenki halidir, ben tepkilerimi dile getiriyorum.
-İki ay sonra ikinci baskısı gerçekleşecek olan, “Günah Kadına Yaraşır” isimli romanınızın oluşumu hakkında ne söylemek isterdiniz? Nasıl başlayıp nasıl bittiği ile ilgili bilgiler…
-Kitabın önsözünde kısaca açıklamıştım, ilkgençlik yıllarında okuduğum bir röportajdan yola çıktı o roman. O çağlarda daha duyarlı oluyor insan. Kadının suçu üstlenmişliği çok ortadaydı ve ben kendimce bir çıkarsamayla ekonomik nedenlere bağladım onun kararını. Kişinin kendi kaderini belirleyebilmesi için önce ekonomik özgürlüğü olması gerektiğini düşündüm. O günkü aklımla ve romana başladığımda tüm sorunun ekonomik olduğunu sanıyordum. Sonra roman beni ele geçirdi, o öyle değil böyledir dedi, ben de ikilemsiz takıldım peşine. Bir kez bir tema belirleyince seçici algınız devreye giriyor ve başlıyor öykü biriktirmeye. Çoğu karakter bir yerlerde karşıma çıkmıştır, birbiriyle alakalı değildirler ama birbirine çok yakıştılar.
-Ve bu roman, sizin için ne ifade ediyor?
-Hem en kolay, hem en zor soru bu. Duygusal açıdan tam bir tatmin ve gurur! Kendimi eksiksiz ifade edebilmiş olmanın hazzı… Öte yandan tamamlamayı umduğum bir üçlemenin ilki. Diğer romanın taslağı hazır ama adını koyamadım daha; kurgu aşamasında. Üçüncü romanın adı şimdiden belli: “KADIN GÜNAHI DA ÖĞRENİR.”Şimdilik öykü biriktiriyorum, karakterler belirdi, ama sırasını beklemek zorunda.
-Sözü geçen bu romanda beni etkileyen sahneler çok fazla. Ben şahsen bu romanın bir kurgu olduğunu düşünmüyorum. “Bir roman, bir kitap, Ne kadar dokunaklıysa bir o kadar gerçektir, yazılanlar” görüşüne sahibim. Bu konuda ne dersiniz?
-Sondan başlarsam, yüreklendirici bir iltifat derim. İlginç olan şu ki öykülerimde de aynı tepkiyi aldım. “Yaşamamış olsan bu kadar canlı yazamazdın.” O romanda farklı coğrafyalardan ondan fazla karakter var, çoğunun öyküsünü dedikodu diliyle kendilerinden dinledim, ama daha önce de belirttiğim gibi benim romanım dışında karşılaşma olasılıkları bile yok. Eğer sadece yaşananlar yazılabilseydi onlarca yapıt veren yazarların kaç yaşamı olmalıydı sence? Eğer Rıza Bey karakteri dışarında bırakılarak değerlendirilebilseydi, şöyle bir gerçek çıkardı ortaya: Töreden uzaklaştıkça kadının kendi kaderini belirleme yetisi ortaya çıkıyor.
-Gelelim, en merak ettiğim konuya. “Yazar Suna Güler” için Edebiyat nedir?
- Edebiyat, her şeyden önce tüm sanatların anadilidir. Resim, edebiyatın renge dönüşmesi, müzik notalara dökülmesi, heykel şekil almasıdır. Tiyatro ve sinema zaten tartışmasız edebiyat ürünleridir. Öte yandan tarihin de üzerinde bir bellek oluşturmaktır. Benim için anlamını soruyorsanız, yaşamın ta kendisidir.
-Sevgili hocam, gerek diğer kitaplarınız ve makalelerinizde gördüğüm kadarıyla, Edebi hazineniz gerçekten övgüye değer. Sormak istediğim şu; İlham perinizin sizi ziyaret ettiği belli bazı saatler var mı?
-İlham perilerimin iki evresi var, ben buna “zihinsel disiplin öncesi, zihinsel disiplin sonrası” diyorum. Disiplin öncesi, yani yazıyı amaç edindiğim başlangıç yıllarında olmayacak zamanda gelir, kaydetmezsem unutur, kahrolurdum. En çok da tam uykuya dalacakken… Korkunç bir eziyet biliyor musun? Kaydetmezsem uyuyamam, kaydetmek istesem gözümü açacak halim yok… Başucumda bir not defteri, gözümü bile açmadan kargacık burgacık yazardım. Sabah olunca oku okuyabilirsen… Artık zihnim disipline girdi, ilham perimle birbirimize son derece saygılıyız. O geldiği zaman zihnim karşılıyor, biriktiriyor, şekillendiriyor, ben uygun olduğumda kaydediyorum. Bir de buna bilgisayarın kolaylıklarını eklerseniz yazmak, eğlenceli bir süreç oldu artık. Başlangıçta daktiloyla yazıyordum ve bir harf hatası kâbusum oluyordu.
-Okumaktan zevk aldığınız, ruhunuza iyi gelen yerli ve yabancı yazarlar hangileri?
-O kadar çok yazar var ki, birini söyler birini unutursam çok üzülürüm. Hepsini söylersem sayfalara sığmaz. Ama sanıyorum F.Dostoyevski’yi okumamış olsaydım edebiyat böylesine tutkuya dönüşmüş olmazdı. Onun ardından tüm Rus yazarlar ve başta G.G. Marquez olmak üzere Latin Amerika yazarları, Bertholt Brecht ve Jean Paul Sartre saymadan olmaz. Pek adından söz edilmeyen Pearl S. Buck da var. Bunlar son günlerde okuduğum için aklıma geliverenler. Bir de bizim yazarlara bakacak olursak kime öncelik vereceğimi bile belirleyemem. Sanırım Yusuf Atılgan ve Füruzan hemen aklıma geliverenler. Farklı bir okuma beğenim var sanırım, herkesin yere göğe koyamadığı “Kürk Mantolu Madonna”da anlatılanları bulamadım ben. Bana göre o romanda, söylendiği gibi imkânsız bir aşka değil, ezik bir adamın takıntılarına yer verilmiştir.
-En çok hangi tarzda kitaplar okuyorsunuz?
-Eskiden her kitabı okumak zorunluluğum gibiydi; bir kitaptan söz edilsin de ben okumamış olayım, kendime ihanet etmiş gibi hissederdim, artık ömrümün sonsuz olmadığını kabul ettim. Artık tarzım yok, tavrım var. İlk iki sayfada etkisine girmediğim kitaba zaman ayırmıyorum. Gerçeküstücü edebiyatı reddediyorum. Bir de aforizmalarla ilgili değilim. Onların dışında bazen bir önerme belirliyor seçimimi, bazen bir araştırmanın peşine takılıp gidiyorum, bazen de belli bir yazara kapılıyorum. Ufkumu açan kitaplar önceliğim. Felsefe ve araştırmaya dayalı tarihi romanları da seviyorum.
-“Hayatım romandır” diyen insanlar çıkıyor karşımıza. Böyle söyleyen insanların çoğunun hayatını kaleme almaya değer mi sizce?
-Bir romanı roman yapan, yazılmış olmasıdır, yoksa kimin ne yaşadığı kimsenin umurunda değil. Yaşayan, yaşadıklarının ayrımındaysa oturur yazar, işte o zaman roman olur, değilse hayatım roman diye dolanır durur.
-Şimdi de klasik bir soru yöneltmek istiyorum. Eğer yazar olmasaydınız, hangi mesleği icra etmek isterdiniz?
-Galiba tekstil tasarımcısı olurdum. Bir dönem bunu denedim de aslında, Milli Eğitim Bakanlığının bir uygulaması olan iki yıllık meslek geliştirme kurslarına katıldım, çok hoşlandım. Ortaya çıkan her ürün mutluluğum oluyordu. Olmayacak kumaşları, olmayacak kombinelerle bir araya getiriyor, herkesi şaşırtan kreasyonlar yaratıyordum. Çoğu kez benim tasarladığıma inanılmıyor, ünlü markaların ürünü olduğu söyleniyordu. Hiç savunmadım, beni üretmek ilgilendiriyordu, beğenilmek ya da eleştirilmek değil. Yazarken de aynı duygular içindeyim. Beni yazmak mutlu ediyor, sonrası umurumda bile değil.
-Çağımızın gençliğine bir tavsiyede bulunmanız istenmiş olsa, bunlar neler olurdu?
-Tavsiyeyi de, öneriyi de, nasihati de sevmiyorum, ne alırken ne verirken. Çoğu kez verilen tavsiye boşlukta kalır. Herkes kendi doğrularını keşfetme hakkını kullanabilmeli. Spesifik bir konuda, bireysel olarak fikrim sorulduğunda bile, sadece olasılıkları göstermeye çalışırım, yap ya da yapma demem. Daha önceleri günümüz gençliğinin ne beden, ne ruh, ne de akıl sağlığına özen gösterdiğini düşünüyordum; sağlıksız besleniyor, spor yapmıyor, felsefeyle ilgilenmiyor, bir sele kapılmış sürüklenip gidiyorlar sanıyordum. Elbette öyleleri var, belki de büyük çoğunluk; ama bizim kuşağı sollamış çok bilinçli bir gençlik de var. Belki genel bir öneri olarak, ezberlerinden kurtulmaları gerektiğini söyleyebilirim.
-Son sorum, Sizi Datça’ya bağlayan sebeplerin ne olduğuyla ilgili, bu konuda ne söylemek istersiniz?
-Sanırım bu soruyu en baştan yanıtladım. Datça benim, arayıp da bulduğum bir yarımada. Bir doğa yürüyüşçüsü olarak engebeli arazisini, muhteşem denizini, iklimsel koşullarını sevmiyor bayılıyorum. Neredeyse boşa geçen tek dakikam yok, sürekli çoğaltan birikimli insanlarla birlikteyim. Eh bir de yaşam koşullarının kolaylığı var. Her yere yürüyerek gidebiliyor olmak, zaman kaybetmemek, sükûnet ve endemik bitkiler. Ben bu konuda o kadar çok konuşurum ki, reklam yaptığımı falan sanırsınız.
-Diğer eserleriniz nelerdir: (Soruyu kendi tümcelerinizle kurarsınız diye düşünüyorum.)
-ilk iki kitabım “Ödünç Zamanlar” ve “Özgürlük Çıkmazı” benim dil arayışımdır. Özellikle ilk kitabımda üç ayrı teknik uygulanmıştır; klasik anlatım, minimal öyküler ve sezgisel anlatım. Her tür kendi okur kitlesini oluşturdu. Özgürlük Çıkmazı, klasik teknikle yazılmış kısa öykülerden oluştu. Çoğu okur, başucu kitabı olduğunu söylüyor. “Doğadan Tarihe DATÇA SERÜVENİ”Nİ zaten biliyorsunuz, öyküleştirilmiş doğa yürüyüşlerini içeriyor. Yazarken çok keyif aldım, okurdaki etkisi de öyle oldu. “Günah Kadına Yaraşır”dan zaten söz ettik. Onların dışında dört de ortak yapımda yer aldım. Bunlardan kısa öykülerin yer aldığı “Kent İnsan” ve bir araştırma kitabı olan “Ege’den Köyler” içinde bulunduğum Egeli Kadın Yazarlar’ın derlemeleridir. Onların dışında A. Galip’in hazırladığı “Minimal Öykü Nedir” adındaki akademik kitapta yer aldım. Son kitap, yazardan yazara önerileri içeren Esra Odman İyier’in bir derlemesi, sanırım şu sıralar baskıya hazırlanıyor…
Değerli Yazar Suna Güler’e bu güzel söyleşi, verdiği bilgiler için şahsım ve Haber Caddesi ekibi adına çok teşekkür ediyorum.
Suna Güler: 1950, Karabük doğumlu olan yazar, Türkiye Kadın yazarlar derneğinin kurucusu, Egeli kadın yazarlar platformunun aktif üyesidir. Ayrıca, Çocuklara yeniden özgürlük vakfının üyesi olan bu güzel şahsiyete, bir ömür sağlık ve mutluluk, vereceği eserler için başarılar diliyoruz.
İlginizi Çekebilir